Dünya var olduğu sürece, bir tek taşı kalsa bile, kaybolmayan bir tarih. Bir aşk hikâyesi ve bir tahta at. Gerçek olan şudur, tarihte büyük aşklar yaşanmış ve onların hikâyeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bu hikâyelerden en güzeli ise güzel Helen ile yakışıklı Paris arasında yaşanmış olan aşktır. Bu aşkı ve hikâyesini ölmezliğe kavuşturan ise, ünlü yazar Homeros'tur. Ancak; insanlık Troya'yı yaşanmış olan bu aşkın dışındaki yönleri ile de tanıması gerekmektedir.
Kalkolitik devirde kurulmuş olan Troya, bütün yönleri ile Batı Anadolu'yu sembolize edecek kadar yüksek bir kültür yapısına sahiptir. Homeros ve kazılar sonucu ölmezliğe kavuşan Troya, günümüzden yaklaşık 5 bin yıl önce kurulmuş olan en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Bu nedenle ilgi ile izleyeceğiniz bu makale, sizlere Troya hakkında birazda olsa bilgi vereceği kanısındayım. Bu makalede Troya'nın yaşamına ortak olacaksınız.
Troya'ya, Çanakkale ve İzmir üzerinden olmak üzere iki yolla gidilmesi mümkündür. Troya, Çanakkale'ye 32 km, İzmir'e ise 325 km uzaklıktadır. Troya, Çanakkale ‘den İzmir'e giderken 32.km de batıya sapan yolun 5. Kilometresinde ve Hisarlık Köyünün (Tevfikiye) hemen bitişiğinde yer almaktadır. Çanakkale'den hareket eden minibüs ve taksi ile Troya'ya her saat ulaşmak olanaklıdır.
Tarihte, kanlı savaşların günlerce yükünü çeken Çanakkale, günümüzde oldukça sakin varlığı ile gerçekten yaşanılacak güzellikteki kentlerden biridir. Çanakkale Boğazı, bir kilidin askılığı gibi, Avrupa ve Asya sahillerinde yer alan kaleleri, mezar anıtları, oldukça zengin müzesi ve boğazı bir inci gibi süsleyen kordon boyu ile geçmiş ve bu gün arasında oldukça sıkı bir bağ gibidir.
Troya'ya gitmek için Çanakkale den yola çıkan bir turist şöyle bir yol izlemek zorundadır. Troya ya giden yol, Erenköy'e kadar boğaz kıyısını izlemektedir. Vaktiyle Sulla'nın Mithridates Eupator'u barışa zorunlu kıldığı yer olarak bilinen DARDANOS, burada yer alan bir Tümülüs ve Çanakkale savaşlarında önemli bir yere sahip olan bir tabyanın bulunduğu yerdir. Dardanos Tümülüsünde 1959 yılında Prof.Metin İlkışık ve Doç.Dr.Emin Ulugergerli ve D.Akım Özdincer başkanlığında elektrik ve elektromanyetik yöntemlerle mezar odasının yeri saptanmış bir kazı yapılmış ve açığa çıkarılan yüzlerce önemli eser Çanakkale Müzesi'ne teslim edilmiştir. Dardanos Tümülüsü dünyanın en eski Tümülüslerinden biridir. M.Ö. VI yüzyıla tarihlenen bu mezar odası bir aile mezarlığıdır. Bu mezar, koridor, ön oda ve mezar odasından oluşmaktadır. Oldukça önemli buluntuların yer aldığı mezar odasında, 25 iskelet, ahşap mobilya parçaları, ahşap tarak, ipek kumaş parçaları, altın, bronz süs eşyaları, müzik aletleri ve pişmiş toprak figürinler bulunmuştur. Mezar odasında birkaç döneme ait buluntuya rastlanmıştır. Ayrıca mezar odasında üç kitabe bulunmuştur. 1. kitabede “MAKARİS oğlu SKAMANDRİOS”, 2. Kitabede “Bu KAR'ın oğlu ONYENADES'tir” ve 3. Helenistik Dönem Kitabesinde ise “Halk LYSİMENOS kızı, SOKLES oğlu SKAMANDRİOS' UN karısı ASPASİA'yı “buraya gömdü“ yazıları bulunmaktadır. Dardanos ismi İlyada da geçmekte ve tarihi geçmişi M.Ö. 3 bin yılına dayanmaktadır. Ayrıca antik yazarlar Herodotos, Thukydides ve Xsenephon'un eserlerinde de bu isme rastlanmaktadır. Ünlü yazar Strabon M.Ö. 7 yılında yazmış olduğu coğrafya kitabında, Troya'dan geniş çapta bahsetmektedir (A. Pekman. “Strabon-Coğrafya, Anadolu XII, XIII, XIV, Arkeoloji Sanat Yayını, İstanbul 1987).
Bu önemli tümülüste şimdilerde görülebilecek fazla bir şey bulunmamaktadır. Dardanos'tan sonra, daha ileride “Karantina” koyuna varılmaktadır. Bu koy dinlenme tesisleri ile yaşamınıza zevk verecek güzelliktedir. Bu yolda Çamlık tepesi ile boğaz geride bırakılır ve tepenin en yüksek noktasında kurulan Erenköy'e (Ophrynıum) varılır. Bu tepelerde, Dardanel Boğazı'nın Ege'ye açılan ağzı ve Çanakkale'ye olan bölümünü rahatlıkla görmek olanaklıdır. Erenköy Koyu “Karanlık Liman” veya eski adıyla Achaeorum Portus efsanesindeki gibi Güzel Helen'in kucağı gibi açılmış size gülümser gibidir. Troya, ilk kez bu sırtlardan gözükür. Erenköy'den sonra Dümrek Çayı (Simois) vadisine inilir. İda Dağı'nın batı serpintisi üzerinde yer alan Gökçalı Köyü kavşağına varılır. Bu köyden batıya ayrılan yol Troya sapağıdır.
Platoyu izleyen yolla, önce Schliemann'ın kaldığı Çıplak ve Asarlık Köyü'ne, buradan da kalkerden oluşan tepelerin bitim noktası sayılan Troya Höyüğüne varılmaktadır.
Troya Höyüğü Troya Yarımadasının kuzey batı ucundaki tepeler platosu ile Kara Menderes (Skamander) Ovasına bir gemi omurgası gibi uzanmaktadır. Höyüğün yer aldığı ana kayanın denizden yüksekliği yaklaşık 16 metredir (R.O.Arık. Truva Kılavuzu. İstanbul 1953. S. 125). Menderes (Skamander), Kalafatlı Azmağı ve Dümrek Çayı (Simois) açısının içinde kalan Troya Höyüğü, Çanakkale Boğazından 6, Ege Denizinden ise 7 km içeride yer almaktadır.
Strabon ve Maclaren'e göre, Troya savaşları zamanında kıyı şeridi şimdiki Yeni Kumkale sırtlarının güney batı ucu ile Sigeion burnunun kuzey ucundaki alanda yer almaktaydı. Strabon'un, Troya'ya geldiği yıllarda ise, Troya denizden 2220 metre (12 stadia) uzaklıktaydı (Troya Milli Parkı. 1970. S 35).
Höyüğün batı yönünde, güneyden batıya doğru ilerleyen, Skamander (Kara Menderes) ise sık sık yatak değiştiren akışı ile damgalanmış olan geniş deltası ve onun kuzey batı ucunda Kumköy yer almaktadır. Küçük Menderes Nehrinde vaktiyle Kaz Dağı'ndan (İda) Troya'ya kereste taşıyan yelkenlilerden bir iz bile kalmamıştır. Deltanın güney batısındaki Ege Denizinin kıyısında ise Eski Kumkale, Sigeion ve Opitum Neo gibi antik yerleşim yerleri ile bazı Tümülüs ve tarih öncesi yerleşim merkezleri yer almaktadır. Daha ileride (güney batıda) Beşike Tümülüsü Bozcaada'ya (Tenedos) kucak açmış gibi durmaktadır. Bu sırtlardan, Troya'ya ve onun gerisinde kalan Kaz dağıx (İda) ve güney ileride Çığrı Dağ'a bakarken, insan Güzel Helen ile Paris'in aşkını ve o kanlı savaş yıllarını yaşar gibi oluyor.
Troya, yakın çevresindeki antik yerleşkeler ile çağının en güçlü medeniyet yapısına sahip yerleşim merkezlerinden biri olarak mitleri ile birlikte günümüze kadar taşınmıştır.
Bizler, Troya ismine ilk defa Homeros'un ölümsüz esri İlyada ve Odysseia destanında rastlamaktayız (A. Erhat. İlyada). M.Ö. VIII yüzyılda yaşamış olan İzmirli büyük ozan Homeros, kendinden VI asır önce yaşanmış olan bu büyük savaşı ve olayları lirik bir dille bize kadar aktarır. M.Ö. 1200 yıllarında Akalarla Troyalılar arasında cihan harbi niteliğini taşıyan bir savaş olmuştur. Homeros'un İlyada destanı aslında İlyon, yani Troya kentinin destanı değil, Akhilleus'un destanıdır (A.Erhat. Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi.İstanbul 1972. S. 28). Bu savaşın oluşunu yapılan kazılar sonucu ele geçirilen arkeolojik buluntular ve ele geçen kitabeler de doğrulamaktadır. Destanda, savaşın çıkışı bir kız kaçırma olayına bağlanmakta ise de ana nedeni çok daha başkadır. Ana neden, Küçük Asya'nın zenginlikleri ve Troya'nın Çanakkale Boğazı'na hâkim bir konumda olması, Troya'nın Akalar tarafından alınması ön şartını doğurmuştur.
M.Ö. 2 bin yılının sonuna doğru genişleyen Akha ticareti için boğazlara hâkim olan Troya ele geçirilmedikçe Küçük Asya'nın iç kısımlarına geçmek ve buralara ürettikleri malları satmak olanak dışıydı.
Homeros, Troya savaşlarını kendi hayal dünyası ile birleştirerek, saraylarda anlatırken, bazı hoşa giden olayları ve çağının gereği olarak tanrıları da bu işe katarak bahsedecektir. Büyük ustanın anlatımlarının büyük bir bölümü gerçek veya gerçeğe çok yakındır. Tarifleri ve yer isimleri bunu doğrulamaktadır. Bir bakıma, İlyada anlatılanlara dayanarak gerçek yeri saptanan Troya'da M.Ö. 1200 yılında bir savaş olduğu ve Troya'nın yakılıp yıkıldığı, arkeolojik kazılar sonucunda saptanmıştır. Homeros'tan sonra, birçok antik yazarda Troya ile ilgili olarak yazılar yazmış bir anlamda da bu yazılanlar sayesinde Troya'nın günümüze kadar yaşamasını sağlamıştır. Ayrıca, Pers İmparatoru Xerxes ve Büyük İskender'in Troya'ya uğramaları ve Athena Tapınağı'nı ziyaret ederek tanrılar adına kurbanlar adamaları bu şehrin adının günümüze kadar ulaşmasında önemli bir neden olmuştur (Troya Tarihi Milli Parkı. Uzun Devreli Gelişme Planı. Ankara 1970. Bu kitabın hazırlanması sırasında birçok bilim adamı ve teknik personel görev almış, gelecekte Troya ve çevresinin gelişimi konusunda çok önemli katkılar sağlamıştır. Ancak; üzülerek belirtmek gerekirse, bu çalışmanın üzerinden yaklaşık 40 yıl geçmesine karşın, belirlenen ilkeler doğrultusunda pek fazla bir şey yapılmamıştır).
Efsaneye göre, Troya kralı Priamos'un karısı Hekabe'den bir çocuk beklemektedir. Anne Hekabe Paris'e hamile iken gece bir düş görür. Bu rüyada karnından bir alevin çıktığını ve bütün Troya surlarını sardığını görür. Gördüğü bu düşü kocasına anlatınca, oda düşün yorumunu yapmaları için hemen bilicilere danışır. Bunu öğrenen kâhinler bir toplantı düzenlerler. Yapılan toplantı sonucunda dünyaya gelecek çocuğun, Troya'nın başına dert olacağını belirler ve bu sonucu krala bildirirler. Bu kehanet sonucunda kral Priamos dünyaya gelecek çocuğun öldürülmesini emreder. Nihayet beklenen gün gelmiştir. Anne Hekabe, bir oğlan çocuğu dünyaya getirir. Çocuğa Paris adı takılır. Ancak kral Priamos, Paris dünyaya geldiğinde onun ölümünü görmemek için, yabani hayvanlar tarafından öldürülmesi için dağlara bırakılmasını ister. Kralın emri gereğince Paris, ölüme terk edilmek amacıyla Troya'dan alınarak İda Dağı'na (Kaz Dağı) götürülür. Paris'i öldürmeye kıyamayan görevli onu İda Dağı'nın yabanıl hayatına terk eder. Ne tesadüf ki Paris orada yabani hayvanlar tarafından beslenir ve korunur. Rivayete göre ona beş gün süre ile dişi bir ayı süt verir. Altıncı gün onu Agelaos adında bir çoban bulur ve bakımını üstlenir. Gün geçtikçe büyüyüp gelişen Paris, yakışıklı bir delikanlı olur. İda Dağı'nın temiz suyu ve havası Paris'e ayrı bir güç ve güzellik kazandırır. Sakin ve rahat bir gençlik hayatı geçiren Paris'in hayatının çizgisi tanrıçalar arasında oluşan bir güzellik yarışması sonucu değişir. Olympos Dağı'nda yaşayan Aphrodit, Athena ve Hera arasında güzellik konusunda bir tartışma geçer. Duruma tanrılar tanrısı Zeus konuya müdahale eder. Ve tartışmalar nedeni ile konuya bir çözüm bulmaya çalışır. Buna göre“ bu altın elmayı alın,İda Dağında çobanlık yapan Paris'e götürün, altın elmayı Paris hanginize verir ise en güzeliniz odur” der. Üç tanrıça “Aphrodit, Athena ve Hera” birlikte İda Dağı'na gelirler. Her biri altın elmayı kendisine vermesi için Paris'e değişik vaatlerde bulunurlar. Bu arada tanrıça Aphrodit, Paris'e dünyanın en güzel kadınını vaat eder. Sonuçta Paris elmayı Aphrodit'e verir. Bu üç tanrıçadan ikisi, kin ve nefret dolu olarak İda Dağı'ndan ayrılırlar. Bu olaydan sonra, Olympiadlara katılmak üzere Paris Yunanistan'a gider. Sparta Kralı Menelaos'a misafir olur. İşte; dünyanın en güzel kadını Güzel Helen'i burada görür ve ona aşık olur. Güzel Helen'de Küçük Asya'nın yakışıklı delikanlısı Paris'e aşık olur. Kısa sürede gelişen bu aşkın sonucunda, iki aşık Tanrıça Aphrodite'nin yardımıyla birlikte Troya'ya kaçarlar. Bunun sonucu olarak. Sparta Kralı Menelaos, Miken Kralı olan kardeşi Agememnon'a yalvararak karısının geri alınmasını ve Troya'nın cezalandırılmasını ister. Çanakkale Boğazının ele geçirilmesi Kral Agememnon'un yegane ve tek emelidir. Bu amacını gerçekleştirmek için, kardeşinin ısrarını bahane ederek Troyalılar ile savaşmaya karar verir. Savaşa bir çok Yunan şehir devletleri de katılır.Bir müddet sonra büyük bir birleşik Akha ordusu Troya önlerine gelir. Bu büyük ilk dünya savaşı sırasında, bazı tanrı ve tanrıçalar Yunanlıların, bazı tanrı ve tanrıçalarda Troyalıların yanında yer alırlar.
Oinone, İda Dağı'nın nymphalarından birisi ve ırmak tanrısı Kebren'in kızı idi. Güzelliği ile ün salmış bu kıza tanrı Apollon bilicilik yanında değişik bitkilerden ilaç yapma ve hastalıkları iyileştiren bitkileri tanıma yeteneği vermişti. İda Dağı'nda ölüme terk edilen Paris, büyüyüp yakışıklı bir genç olunca, çobanlık yapmaya başlar ve bu sırada dünyalar güzeli Oinone'yi görür ona sevdalanır ve evlenirler. Bu evliliklerinden Korythos adında bir çocukları olur. Ne var ki bu mutlulukları fazla uzun sürmez. Paris'in hakem olduğu ünlü güzellik yarışması sonucu, tanrıça Aphrodite ona, Menelaos'un karısı güzel Helena'nın aşkını vaat etmiştir. Paris bu vaade aldanır ve bu güzel peri kızını yüz üstü bırakır. Oinone, gelecekte olacakları bildiği için Paris'e Yunanistan'a gitmemesini, bu kararının kendileri ve Troya için büyük yıkımlar getireceğini söyler. Paris onun bütün yakarmalarına karşın ardına bakmadan yola koyulur. Oinone, onun arkasından şöyle der.”Kalpsiz ve sadakatsiz Paris yaralanınca sakın bana gelme”. Bilindiği gibi, Troya savaşları sırasında, Paris Akhalı ünlü okçu Philoktetes tarafından zehirli okla kasığından vurularak yaralanır. Paris'i yaralayan oku ve yayı, Herakles ölmeden önce Philoktetes' e vermiştir. Oklar, Lerna bataklığında yaşayan Hydra'nın kanına batırıldığı için çok zehirli idi. Troyalı hekimler Paris'i sağaltmak için her yolu denemelerine karşın bir sonuç alamazlar. Sonuçta Paris kendisini eski karısı Oinone'nin iyileştirebileceğini bilmektedir. Arkadaşlarına kendisini İda Dağı'nda yaşayan eski karısının yanına götürmelerini ister. Paris, eski karısı Oinone'ye kendisini kurtarması için yalvarır. Oinone ona şöyle der “Ey Paris, sen beni tüm yalvarışlarıma karşın ardına bile bakmadan bırakıp gittin. Bir yabancı kadın uğruna evimizi ve yurdumuzu yıkımlara sürükledin. Şimdi hangi yüzle benim yardımımı istiyorsun”. Ona elini bile sürmeden ve ardına bile bakmadan uzaklaşır. Sonuçta Paris acılar içinde ölür. Çoban arkadaşları, İda Dağı'nın çıralı çamlarından oluşturdukları yığının üzerine Paris'i yatırır ve odunları ateşe verirler. Oinone, yükselen ateş ve dumanları gördüğünde yaptığına ve söylediklerine pişman olur ve Paris'i kurtarmak için onun yanına koşar. Ancak çok geç kaldığını anlar ve göz yaşlarına boğulur. Ateşi gördüğünde artık çok geçtir ve yapacağı bir şey yoktur. Bu acı ve üzüntü ile, oda kendisini Paris'in yanına ateşin içine atar. Sonuçta Paris ve Oinone'nin külleri, İda Dağı'nın yabanıl hayatı içinde kaybolup gider. Dünyanın ilk savaşına sebep olan Priamos'un oğlu Paris artık yoktur.
Tanrıların araya girmesi ile devam eden savaş on yıl sürer. Bu arada iki tarafın en iyi savaşçıları arasında bir dövüş yapılmasına karar verilir. Akha savaşçısı galip geldiğinde, Güzel Helen ve Troya hazinesi Akhalara verilecektir. Bu karar üzerine Paris ve Menelaos iki orduyu temsilen dövüşürler. Bu dövüşte Paris yenik ilan edilir. Tanrıça Aphrodite, yenik ilan edilen Paris'i ölümden kurtarır. Yapılan antlaşmaya göre, Helen ve hazine Akhalara verilmelidir. Ancak, İda Dağı'ndaki güzellik yarışmasında altın elmayı kendisine vermeyen ve bu nedenle Paris'e çok kızan Tanrıça Athena, Troya'nın yıkılmasını istemektedir. Bunu açıktan yapma yerine, Troyalıları alttan alta kışkırtarak anlaşmayı ihlal etmelerini önerir ve bu önerisini kabul ettirir. Bu nedenle iki ordu arasında savaş yeniden başlar. Bu savaşta, Akha ordusu Ege Denizi'ne kadar kovalanır. Yenik düşen Agamemnon, ölümsüz savaşçı Akhilleus'tan yardım ister. Ancak; Akhilleus, Agamemnon'un bütün ısrarlarına rağmen bu önerisini kabul etmez. Bunun üzerine, altın elmaya sahip olamayan Tanrıça Hera, Akhalara yardım eder. Tanrıça Hera'nın yardımı ile Akha ordusu Troyalılar, Troya'nın surlarının dibine kadar kovalarlar. Bu sırada Yaralanan Hektor'u tanrı Zeus iyileştirip, tekrar harbe katılmasını sağladığından, Akhalar yine eski yerlerine püskürtülür ve bir kısım gemileri ateşe verilir. Bu savaş sırasında arkadaşlarının yok oluşunu gören Patroklos, savaşmak istemeyen arkadaşı Akhilleus'dan izin alarak onun silah ve elbiselerini kuşanarak Troyalıların arasına dalar. Kahraman Hektor, bu savaşçının ölümsüz Akhilleus olduğunu sanır ve korkarak geri çekilir. Tanrı Apollo kahraman Hektor'a, o savaşçının Patroklos olduğunu ve savaşmasını söyler. İkili mücadele sırasında Hektor, Patroklos'u öldürür.Akhilleus, arkadaşının ölümüne çok üzülerek Troyalılara karşı savaşa girer. Troyalılar surların içine çekilirler. Dışarıda sadece Akhilleus ile dövüşecek olan Hektor kalır. Bu dövüşte iki hasım birbirine olanca güçleri ile saldırırlar. Sonuçta Hektor, yenik düşer ve Akhilleus tarafından öldürülür. Hektor'un ölümü Troyalıları çok üzer. Paris, ölümsüz Akhilleus'u bir hile ile surların çok yakınına kadar gelmesini sağlar. ”Akhilleus, ana tarafından olduğu kadar baba tarafından da en büyük tanrılara bağlıdır. Mitolojiye göre, anne Thetis oğlunu doğduğu gün topuğundan tutarak ölümsüzlük nehrine sokarak onu ölümsüz “sadece topuk bölgesi hariç” haline getirir. Onu yetiştiren Kheiron, onun üstün yetenekli bir savaşçı olmasını sağlamıştır. Onu erdemlerin her çeşidine alıştırmıştır. Paris, ölümsüz Akhilles'u sur duvarlarından attığı bir okla onu topuğundan yaralar ve bu nedenle de Akhilleus ölür.
Akhalar, Troya'yı savaşla alamayacaklarını anlarlar. Tanrıça Athena, Akhaların yardımına koşar ve onlara bir hile öğütler.Bu hilede içine saklanabilen bir tahta atın yapımıdır. Akhalar kısa bir süre içinde oldukça görkemli bir at heykeli yaparlar. Tahta atı Troyalılara hediye olarak bırakarak, gemileri ile Bozcaada (Tenedos) gerisine saklanırlar. Akhalar, tahta atın yanına belirledikleri hikayeyi anlatmak üzere bir ajan bırakırlar. Uzun ve sıkıntılı bir savaş dönemi geçiren Troyalılar savaşın bittiği düşüncesi ile ve zafer sarhoşluğu ile Akhaların hilesine aldanarak ve ajanın anlattıklarına inanarak tahta atı Troya surlarının içine sokarlar. Bu hataları da onların sonunu hazırlar. Kahin Laokoon, tahta atın bir hile olduğunu ve onu surların içine sokmamalarını ısrarla söyler. Atın bir hile olduğunu ısrarla söylemesine rağmen Troyalıları bir türlü ikna edemez. Ancak Troyalılar Laokoon'un sözünü bir türlü dinlemez ve tahta atı surların içine çekerler. Laokoon, Ege Denizi'nin yaladığı Troya sahillerinde iki oğlu ile birlikte Troya'nın başına gelecek felaketleri büyük bir üzüntü içinde düşünmeye başlar. Akaların tarafını tutan tanrılar, Laokoon'un cezalandırılmasını isterler. Vergilius'un anlatımına göre, Apollon Tapınağı rahibi Laokoon, bir zamanlar Apollon heykelinin önünde karısı ile seviştiği için tanrıları kızdırmıştır. Bu davranışından dolayı, cezalandırılması için de iki yılanı görevlendirirler. Bu nedenle dalgaların arasından çıkan iki dev yılan, Laokoon ve iki oğlunu öldürürler.
Troyalılar tahta atı içeri aldıktan sonra, savaşta galip geldiklerini düşünerek o gece büyük şenlikler düzenlerler. Yemekler yenir ve fıçılar dolusu şarap içilir. Bu arada tehlikenin bittiği düşünülerek, kaledeki güvenlik koşulları zayıflatılır. Gecenin ilerleyen saatlerinde tahta atın içindeki Akhalı savaşçılar, attan aşağı süzülerek ayakta kalan nöbetçileri öldürür ve kale kapılarını ardına kadar açarlar. Batı burcundan, Bozcaada'nın gerisinde pusuya yatmış olan Akhalı savaşçılara ateşle işaretlerini gönderirler. Yeniden Troya surlarının önüne gelen Akhalı savaşçılar, açık olan kapılardan içeri dalarak eğlencenin etkisi ile bitkin düşen Troyalıları kılıçtan geçirir ve Troya'yı yağmaladıktan sonra kenti ateşe verirler. Bu yağma ve katliamdan pek az Troyalı canını ve malını kurtarır.
Troyalılar 10 yıl boyunca Akhalarla kahramanca savaşırlar, ancak bir tahta at hilesi ile bir gecede yok edilirler. O gece bir şekilde, Argos'a Troya'nın alındığı haberi ulaşır. Akhalar, kahraman Hektor'un oğlunu Troya surlarından atarak öldürürler. Akhilleus'un mezarı başında, Kral Priamos'un kızı Polyksene kurban edilir. Şanlı Priamos, Akhilleus'un oğlu Epirus tarafından öldürülür. Bu sahne bazı Greek vazolarında ise Priamos'un, Neoptelamos tarafından başı kesilerek öldürüldüğü tasvir edilmektedir. Bu büyük katliamdan sonra, Akhalar Güzel Helen'i ve Troya hazinelerini alarak Beşike önlerinde demirli olan gemilerine götürür ve oradan ayrılırlar. Akhaların evlerine dönüşleri de oldukça güçlüklerle doludur. Tahta at fikrini ileri süren cin fikirli Odysseus ve arkadaşlarının ülkelerine geri dönüşleri de oldukça maceralıdır.
Bu katliamdan kurtulan Troyalılar, yakılıp yıkılan ve yer yer duman tüten kentlerine geri dönerek, yürekleri yas ve üzüntü içinde yeniden yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar.
Troya, Schliemann'ın yapmış olduğu kazı yıllarına kadar toprağın derinliklerinde bir giz olarak kalmıştır. Troas bölgesine, Schliemann'dan önce birçok bilgin ve araştırmacı gelmiştir. Buraya gelenler, bölgede küçük çapta sondaj ve araştırma yaparak, birçok buluntu açığa çıkarılmış ve bulunmuştur. Bu araştırmacılar ülkelerine döndüklerinde, bu verilere dayanarak kitaplar yazıp yayınlamışlardır.
Yine Çanakkale yöresinde Amerikan Konsolosunun kardeşi Frank Calvert'inde birçok yerde önemli sondajlar yaparak bazı eserleri topladığını biliyoruz. Antik eserlere büyük ilgi duyan Calvert bu amacı için bölgede arkeolojik saha olabilecek değişik yerlerde araştırma ve kazılar yapmıştır. Kimi zaman bu gibi yerleri o günün yönetiminden rahatlıkla satın almış ve dilediğince kazmış, açmış ve ele geçirdiği buluntuları ülkesine götürmüştür. Calvert'in araştırdığı sahalar arasında prehistorik bir yerleşim merkezi olan ve Troya I ile çağdaş eserler veren Hanay Tepe ve Akçaköy yakınında yer alan Apollon Tapınağıdır. Calvert bulmuş olduğu bazı arkeolojik eserleri sonradan Çanakkale Müzesi'ne hediye etmiştir.
Schliemann, 1868 yılında Çanakkale'ye geldiğinde, bu nedenle Calvert'in rehberliğine gereksinim duymuş ve onun yardımı ile Troya'yı bulmuştur. Calvert ile birlikte, Troya sandıkları Pınarbaşı, Ballı Dağ, Yeniköy ve İntepe yakınlarında araştırmalarda bulunmuşlardır. Ne var ki; buralar Homeros'un anlattığı ve hayalindeki yerlere hiç uymamaktadır. Schlımann, nihayet Asarlık Höyüğüne gelir. Bu höyük, Homeros'un anlattığı yere en uygun olanıdır. Burada gün boyu serin rüzgârlar esmektedir. Bu tepeden doğuya bakıldığında Kaz Dağı, güneye bakıldığında Çığrı Dağ ve batıda Ege Denizi'nde iki büyük nokta gibi adalar görülmekte ve “gemi pruvasını saran dalgalar gibi” Küçük Menderes ve Dümrek Çayı, höyüğü sarmaktadır. Schliemann, burayı kazmaya karar vererek Almanya'ya döner. 1870 yılında 80 işçi ile höyüğün kuzeyinde bir yarma açar. 1872 de mühendisi ve 150 işçi ile tekrar Troya'da görülür. Bu çalışmalar sırasında 33 ve 71 metre genişliğinde kuzey güney doğrultuda açtığı yarmalar sonucu 16 metre altta ana kayayı bulur. 1873 yılında yine 160 işçi ile kazılarına devam eder. Priamos'un hazinesini bulma hırsıyla Troya'yı Akhalardan daha çok tahrip eder. Bütün bu uğraşılarının sonucu,13 haziran1893 yılında bir akşamüstü, karısı ile birlikte bir taşın üzerine oturarak hazineyi nasıl bulabileceğini düşlerken, gün batımı sırasında doğuya yönelip baktığında, ansızın rüyalarını gerçekleştirecek bir pırıltı ile göz göze gelir. Karısına, hemen işçileri evlerine yollamasını söyler. Uzaklaşan işçilerin ardından Troya II sur duvarında akşam güneşinin parıldattığı cisme doğru seğirtir. Her an yıkılma tehlikesi gösteren sur duvarında gördüğü parıltılı cismi bıçağı ile çılgınca ortaya çıkarmaya çabalar. Schliemann, yaşadığı bu olayı, “çok hızlı bir şekilde büyük bir bıçakla sur duvarını oyarak hazineyi ortaya çıkardım. Burayı kazmam büyük bir ölüm tehlikesi altında oldu. Çünkü altını bulduğum kale duvarı, her an üstüme yıkılabilirdi. Fakat büyük bir değere sahip olan bu hazine bana delice bir cesaret veriyordu. Tehlikeden haberim bile yoktu. Sanki tüm dünyada yalnız ben vardım” diye anlatmaktadır.
Schliemann, Kral Priamos'a ait olduğunu düşündüğü hazineyi karısının şalına sararak önce kazı evine götürür. Onları tahta masanın üzerine yayarak hayranlıkla seyreder. Bu arada bazı küpe ve gerdanlıkları, Güzel Helen diye karısının kulaklarına ve boğazına takar. Sonuçta 17 Haziran 1893 günü kazıya son vererek hazine ile birlikte ve birçok değerli eseri önce Kumkale İskelesine de bulunan vapuruna oradan Yunanistan'a ve daha sonrada Almanya'ya kaçırır. Kazı alanını olduğu gibi bıraktığı için, arta kalan bazı kıymetli parçaları da işçiler kendi aralarında paylaşırlar. Durumu geçte olsa anlayan Osmanlı Hükümeti harekete geçer ve Mora da kazı yapan Schliemann aleyhine dava açılır. Atina mahkemesi Schliemann'ı 10 bin frank para cezası ile birlikte 3 ay boyunca yeniden Osmanlı Müzeleri adına Troya'da kazı yapmaya mahkûm eder. Schliemann, Osmanlı Hükümetine 10 bin frank yerine 50 bin frank verip, Osmanlı Hükümetini yatıştırdıktan sonra, 1876 yılında yeni bir fermanla Troya'da yeniden kazı çalışmalarına başlar. Bu kez kazının başında, Vali İbrahim Paşa'nın atadığı İzzet Efendi vardır. İzzet Efendi, kazıyı son derece dikkatli bir şekilde denetler ve Schliemann'a ikinci bir soygun yapmasına fırsat vermez. Kazıyı istediği gibi sürdüremeyen Schliemann Atina'ya dönmek zorunda kalır. Burada yabancı basınında desteğini alarak, Osmanlı Hükümetine baskı yapar. Bütün bu baskılara boyun eğen Osmanlı Hükümeti, valiyi ve kazı komiserini başka bir yere sürmek zorunda kalır.
Schliemann, 1878 yılında İngiliz büyük elçisinin Osmanlı Hükümetinden sağladığı yeni bir fermanla gene Troya'ya gelir. 1879 yılında da Troya'da kazılara devam eder ve höyüğün kuzey kesiminde bazı hazineler daha bulur.
1882 yılına kadar, birçok bilgin Schliemann ile alay ederek onun bir şarlatan olduğunu ileri sürerler. Prehistorik Arkeoloji Kongresinde Schliemann'a hakarete varan ithamlarda bulunurlar. Bu tartışmalar üzerine Schliemann, kongredeki heyeti Troya'ya davet eder. 1890 yılında Schliemann, Fr. Babin, Carl Humann, Dr. Charles Waldstein, Rudolph Vırchow ve Calvert'in oluşturduğu heyet önünde kazı yapar. 30 Mart 1890 yılında bilginler bir tutanakla Schliemann'ın haklı olduğunu ve buranın Troya olduğunu dünyaya ilan ederler.
1890 yılında Schliemann'ın ölümü üzerine kazıyı, W. Dörpfeld devam ettirir. Bu zamanda kazı ilmi bir bilimsel nitelik kazanır. Bu heyet Schliemann'ın aksine VI. Troya'nın Priamos'un şehri olduğu savını ortaya koyar ve bunu ispatlar. Schliemann, Troya II'nin Priamos'un şehri olduğu kanısındadır. W. Dörpfeld, Troya'da şu konuları ortaya çıkarır.
Troya I‘e ait prehistorik malzemeler, Troya II'ye ait büyük surlar ve megaron evleri ile Troya VI ya ait dört adet kapısı ve üç kulesi ile Troya VII ye ait Miken Dönemi seramiği bu kazı döneminde ortaya çıkarılmıştır.
1932-1938 yılları arasında Prof. Carl W.Blegen başkanlığındaki Amerika-Cincinati Üniversite heyeti, Troya'yı yeniden kazmaya başlarlar. Bu ekip, Troya'yı tüm ayrıntıları ile inceleyerek, sağlam bir kronoloji oluştururlar. Bu dönemde, VI. Troya'nın güney kapısının (Dardanel Kapısı) 600 metre kadar güney batısında bir mezarlık bulmuştur. Küp mezarların oluşturduğu bu alan 50x15 metre karelik bir alandan ibarettir. Burada 19 adet küp mezarın varlığı saptanmıştır. Farklı boylarda olan bu küpler, bir yanlarına yatırılmış ve ağızları yassı bir kayrak taşı ile kapatılmış olarak açığa çıkarılmıştır.
Bu küp mezarların büyük bir bölümü, yakılmış olan iskelete aittir. Roma Dönemi yerleşmesi olan Ilin sahasındaki araştırmalarda evlerin tabanında küpler, figürünler ve maskeler bulunmuştur. C.W.Blegen ele geçirdiği bu eserlerin üzerinde çok detaylı bir inceleme yapmıştır. Bu dikkatli çalışmasının sonucunda, Priamos'un şehrinin Troya VI olmayıp, Troya VII a olduğunu kanıtlamıştır. Yine 1988 yılından itibaren Prof.Manfred Korfmann başkanlığındaki bir ekip, Troya ve çevresinde yeni kazı ve araştırmalarda bulunmaktadır.
Dördüncü dönem kazıları ise 1988 yılından itibaren Prof. Dr. Manfred Korfmann başkanlığında sürdürülmektedir. Troya kazılarının ardında bıraktığı 140 yıllık süreci daha sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesini sağlamıştır. Sayın Korfmann 1982-1986 tarihleri arasında Beşik-Yassıtepe ve Beşik Sivritepe de yaptığı kazılarda, Troya I ile çağdaş bulgulara rastlamıştır. Kazı başkanına göre, Neolitik Çağda bölgeye yayılan sığır, domuz, keçi ve koyun gibi hayvanlar bölgenin bitki örtü yapısının büyük ölçüde değişimine neden olduğunu belirtmektedir.
Bu şehir, Küçük Menderes (Skamender) vadisine uzanan platonun en ucunda ve deniz seviyesinden 16 m yükseklikteki ana kaya üzerine kurulmuştur. Bu kentin etrafını 90 metre çapında bir sur duvarı çevrelemektedir. Bu sur izlerine höyüğün kuzey ve batı kesimlerinde rastlanmamaktadır. Sur duvarlarında hafif bir geriye çekme tekniği uygulanmıştır. Ayrıca sur kapıları kuleler ile desteklenerek savunmaya daha uygun hale getirilmiştir. Bu teknik diğer katlarda medeniyet oluşturan Troyalılar tarafından da benimsenmiş ve uygulanmıştır. Akropol görevini gören bu küçük şehirde yönetici oturmakta ve etrafında da birçok yerleşim yerleri bulunmaktaydı. Ancak; zorunlu hallerde, çevrede yaşayan halk sur duvarları içine sığınmaktaydı.
Surun değişik yerlerinde, giriş kapıları ve kuleleri bulunmaktadır. Duvarlar, küçük taşlardan ve bindirme (encorbellement) tekniğinde yapılmıştır. W. Blegen ve ekibi surun 120 m kadar bir bölümünü açığa çıkarmıştır. Eğimli bir şekilde ve ana kayanın yapısına bağlı kalınmaksızın inşa edilen sur duvarlarının yüksekliği 4 metreye yakındır.
Güney kesimde yer alan ana giriş kapısı 2,97 metre genişlikte olup çift kulelidir. Doğuda yer alan kulenin yüksekliği 3,50 metre yüksekliktedir. Sur duvarlarının içinde megaronların öncülüğünü yapan ve uzun dört köşe planda yapılmış büyük evler bulunmuştur. Bu evler, taş temel üzerine kerpiç kullanılarak yapılmış ve ağaç hatıllar ile takviye edilmiştir. Taş duvarlar balık kılçığı tekniğinde yapılmış olup, herhangi bir harç (çamur) kullanılmamıştır. Evlerin tabanı ise sarı renkte bir sıva ile kaplanmıştır. Megaron; biri ortada diğeri doğu duvarının yanında olmak üzere iki ocağa sahiptir. Yuvarlak çöp kuyuları veya bothros denen küllükleri bulunmaktadır.
Bu megaron, 18,75 x 7 metre ebadındadır. Bunların tabanı ahşaptı ve ağaç sütunlar tarafından desteklenmişti. Duvarlarda, çatıya yakın yerlerde ışık veya duman delikleri bulunmaktaydı. Bu megaronda kullanılan ağaç sütun tipi, Troya VI'da da karşımıza çıkmaktadır. III. kazı döneminde bu megaronun döşemesinin altında iki çocuk mezarı bulunmuştur. Akropolün değişik yerlerinde, yine 7 çocuk mezarı bulunmasına karşın, büyük insan mezarına rastlanmamıştır. Kültürlere ait, mezarlığın nerede olduğu konusunda şimdiye kadar herhangi bir bulgu ortaya çıkarılmamıştır. Höyüğün yer seçimi özellikle tatlı su kaynaklarına yakın olması ve kuzey yönde azda olsa bataklık olması, Troyalıların sıtmaya karşı oldukça direnç gösterdiklerini kanıtlar. Ancak; höyüğün boğazın ve kuzeyin esintilerine açık olması nedeniyle sıtma olayından bir nebzede olsa kurtulmalarını sağlamıştır. Evlerin tabanında bulunan iskeletler ise sadece 10 ila 15 yaşları arasındaki çocuklara aittir. Cesetler sol yanlarına yatırılmış olup, baş kuzey yönde yüzleri doğuya bakacak şekilde ve sol kolu vücudunun altına uzatılmıştır. Bu iskeletin yanında bronz tel ve çivi ele geçirilmiştir (C. W.Blegen Excavations at Troya.1936 s.22).
Çocukların, evlerin tabanına gömülmeleri düşüncesini K.Bittel, onların (çocuklar) korunmaya muhtaç olmalarına yorumlar (K.Bittel. Prehistorik Ölü Gömme Adetleri. II Türk Tarih Kongresi.İst. 1937, s.48). Bulunan cesetler, dizlerini karınlarına çekmiş (hokker) olarak bir küp içindedirler (C. W.Blegen. Troy and Trojans. London 1966 s.48). Bu tip ölü gömme geleneği daha sonraki çağlarda da birçok topluluk tarafından benimsenmiştir (C. W.Blegen. Excavations at Troy. 1936 s.47).
Bu devir seramikleri, koyu gri renkte, iri taneli kahve renk ve özlü kilden yapılmıştır. Pişirme oldukça iyi olup, perdah ve astar yapılmıştır. Kaide yoktur. Bazı kaplarda ise nokta bezemeler vardır. Bu tür seramik yapma tekniğini Troya'nın çağdaşı olan Ahlatlıbel, Babaköy, Yortan, Alacahöyük ve Alişar'da yapılan kazılarda bulunan seramiklerin arasında da görmekteyiz. Kazılarda ayrıca Troya I'e ait ve elle yapılmış kapaklı kaplarda bol miktarda ele geçirilmiştir.
Seramiklerde, süsleme hamur daha kurumadan yapılmakta ve kimi zamanda yapılan nokta bezemelerin içi değişik renk bir çamur ile doldurularak hendesi şekiller yapılmıştı.
Troya I halkı silah ve aletlerinin bir kısmını bronzdan bazılarını ise kemik ve sert taştan yapmışlardır. Troya'nın ilk çağlarda göstermiş olduğu yüksek medeniyet gücünü, özellikle Karadeniz kıyılarına yayılmış olan bakır yataklarına borçlu olsa gerek. Bu nedenle %90 bakır ve %10 kalaydan yapılan bronz aletler bu halkın gücünü daha da artırmıştır. Bu katta ele geçirilen ve Lapislazuli taşından yapılmış merasim baltası, Troyalıların Karadeniz üzerinden 4000 km yolu kat ederek Afganistan'a ulaşabildiğini kanıtlamaktadır. Buda bize uzak bölgeler arasında bir şekilde iletişim ve ulaşım bağının olduğunu kanıtlamaktadır. Mısır'dan getirilen fayans buluntuları ayrıca Baltık Bölgesinden getirilen kehribar taşı bunun açık göstergesidir. Bu devirde kireç taşından ve heykel tarzında yapılan bir kabartma ise plastik sanatın ilk örneklerinden olup, bu sanatın öncüsü sayılmaktadır.
Troya I çok şiddetli bir deprem sonucu sona ermiştir.
Troya II, Troya I'in yıkıntılarının üstüne, daha mükemmel ve gelişmiş bir planla kurulmuştur. Troya II üç ana tabakaya ayrılmaktadır. Çapı 110 metreyi bulan çok daha sağlam şehir suru, kuleleri ve şehir kapıları ile güçlü bir şehir görünümündedir. Sur duvarları, yontulmuş taşlarla ve bindirme tekniği ile yapılmıştır. Troya II'ye üç ana giriş kapısı ile girilmekteydi. Güney batıdaki sur duvarları ve kapıya ait kalıntılar daha iyi durumda olup 21 metre uzunlukta ve 7,5 metre genişliktedir. FM Kapısı (rampalı kapı) olarak adlandırılan batı kapısının rampa kısmı düzgün yassı taşlarla kaplanmıştır.
Rampanın en altı ile en üstü (sura ulaşan noktası) arasında 6 metreye yaklaşan bir yükseklik farkı bulunmaktadır. Rampanın her iki yanında set duvar izleri görülmektedir. Bu kapının çift kantlı olduğu eşik taşındaki reze yatakları kanıtlamaktadır (R. Oğuz Arık. Turuva Kılavuzu. İstanbul 1953, s. 127). Bu kapı Troya II son evresine aittir.
Kent surunun güneyinde yer alan iki yanı tahkimatlı FM Kapısı daha az eğimli ve 3 metre genişliktedir. Bu kapı, tabanı çakıl taşı döşeli bir avluya açılmakta olup, burası büyük bir olasılıkla Troya II nın saray binasıdır. II A megaronu olarak adlandırılan bu yapı 1,5 metreye varan kalın duvarları ile diğer megaronlardan ayrılmaktadır. Revakları, salonun ortasında sıralanan tek sıra ağaç sütunların kaideleri ve 20 x 10 x 20 metre ölçülerindeki girişi (propylaion) ile sosyal bir yaşamın özelliklerini belirten eski saray örneklerinden biridir. Yapının üst duvarları büyük bir olasılıkla kerpiçtendi. Salonun ortasında oldukça büyük bir ocak (çapı 4 metre) bulunmaktadır. Damı taşıyan sütunlar ahşap olup, kaideleri ise düzgün yontulmuş taşlardan oluşmaktadır (T.Özgüç. VI. Troya'nın Anadolu Arkeolojisindeki Yeri. Belleten 37. Ankara 1946, s.25). Bu tip yapılar, Troya I de görülen evlerin biraz daha gelişmiş biçimleridir. Megaron tipi evler, Troya II de en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Kalkolotik Çağda bu tip yapıya, Anadolu'da biz ilk defa Troya II'da rastlıyoruz. Çok sütunlu ev modeli, bu ev tiplerinin ilk örneklerden sonra gelişmiş olduğunu kabul etmek gerekir (C.W.Blegen. Excavations at Troy. 1936, s 24).
Çark bu devirde bulunmuş ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Üretilen seramikler, döneminin en güzel örnekleri arasında yer almaktadır. Kırmızı renk kullanımı, Troya I döneminde kullanılandan daha da artmıştır. Doğu ve batının özelliklerini taşıyan matara ve hayvan biçimli kaplar ile çift kulplu ve emzikli kaplar oldukça bol sayıda bulunmuştur. Bu katta bulunan bir adet silindirik mühür Troya II'nın Mezopotamya ile ticari ilişkiler içinde olduklarını kanıtlamaktadır. Troya II'ye ait bazı kaplar, Karataş-Semahöyük'de bulunan kaplarla benzerlik göstermektedir. Bu kapların üzerinde kabartma halinde süsler bulunmaktadır. Megaronun yakınında bulunan bir küpün yüzü bu tipte olup, Erken Bronz Çağı'nın karakteristik özelliğini taşımaktadır (M. Mellink. TAD XVI-I. Ankara s.107).
Troya II ye ait şehir tahkimat duvarları oldukça sağlam olup, oturduğu alan dardır. Schlıemann'ın bulduğu hazine bu katın son evresine aittir. Bu definede ele geçirilen altın, gümüş ve bronz eserler Troya II ‘nın ne denli yüksek düzeyde bir kent yapısına sahip olduğunu belgelemektedir. Bu tabaka halkı da, çocuklarının ölülerini evlerinin içine ve mutfaklarının tabanına gömmekteydiler.
Schliemann, Priamos'un hazinesi olarak düşündüğü hazineyi bulmak için açtığı bat büyük yarmasında, yangın izleri taşıyan bir kent bulmuştur (W. Dörpfeld. II TTK. İstanbul 1937. S.271). Homeros hayranı olan Schlıemann burada hazineyi de bulunca, bu katı Homeros'un anlattığı Troya olduğunu düşünmüş ve bulduğu hazinenin de Kral Priamos'a ait olduğu kanısına varmıştır. 1884 yılında basılan Troya adlı kitabında, bu katı Akhaların yıktığı ve Helen-Paris hikâyesinin geçtiği Troya olduğunu iddia etmiştir. Ancak başlangıçta W. Dörpfeld'de aynı kanıdadır. Ancak 1890 kazı mevsiminde, bulunan bazı Miken Kapları savaşın Troya VI katında yapıldığı gerçeğini ortaya koyunca, bir önceki iddianın yersiz olduğu kanısına varılmıştır. 1932 yılında kazılar ile Belgen Troya Savaşının hemen bu kattan sonra gelen Troya VII a zamanında yapılmış olduğunu kanıtlamıştır . Blegen ise, Troya II'yi a dan g. ye kadar bazı katmanlara ayırmaktadır. Ele geçen eserlerin düzenlemesi de bunu doğrulamıştır. Bu kata ait olmayan merasim ve savaş aletlerinin bulunması, bu katın başka uluslar tarafından işgal edildiği yakılıp, yıkıldığını kanıtlamaktadır. Güneydeki FO kapısı da Troya II'nin son devresine aittir. Bu kapı, antae çıkıntıları ile bir tapınak görünümündedir. Kapının her iki yanında birer kule yer almaktadır. Bu yapı ilk çağ tapınak tiplerinin nasıl doğduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Bu devir seramikleri, çok güzel işçiliğe sahip olup, döneminin en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Seramiklerde, devreler arasında teknik yönden farklılıklar göze çarpmaktadır. Açık kızıl kahve renk kille yapılan seramikler, çok düzgün satıhlı ve cilalıdır. Daha önce görülmeyen Depas tipi kaplar, oldukça farklı bir görünüme sahiptir. Bazı kaplarda ise kazıma tekniğinde yapılmış süslemeler göze çarpar. Bu dönemde maden ve kemikten yapılmış aletlerde bol miktarda kullanılmıştır.
Troya II bir istila sonucu yıkılınca, kurtulabilen Troyalılar yeniden ayni yıkıntıların üzerine yerleşmiştir. Ne var ki, büyük bir felaket geçiren bu toplum II. Troya'nın yüksek medeniyet seviyesini sürdürememiştir. Ancak; geçmişten devir aldıkları ile yetinmişler ve pek fazla bir yenilik yaratamamışlardır. Bu devirde, II. Troya'nın oldukça büyük ve megaron tipindeki evlerini göremiyoruz. Troya III ait insanların yapmış oldukları evlerde düzensizlik ve perişanlık gözlenmektedir. Troya II den geriye kalan yapıların kullanımı için yaptıkları ekler bile oldukça yetersiz ve derme çatmadır. Bu özellikleri ile biz bu kat insanının zamanlarını korku ve tereddüt içinde geçirdiklerini anlıyoruz.
Bütün bunlara karşın, günlük gereksinimleri için kullandıkları mutfak kapları ve diğer malzemelerde işçilik yinede iyi sayılacak boyutlardadır. Seramiklerde kullanılan çamur, genellikle iyi kaliteli, mikalı ve açık devetüyü renktedir.
Eserler çoğunlukla cilalı ve astarlıdır. Kazıma tekniğinde yapılmış olan çizgi ve nokta motifler görülür. Seramik yapımında daha çok çark hâkimdir. İnsan yüzü şeklinde dekore edilmiş olan bir kapak, Troya III'ün sanat anlayışı konusunda ne denli usta olduklarını belgelemektedir. Troya II'nin devamı sayılan depas tipi kaplar eskileri kadar üstün olmasalar bile, kullanılan malzeme ve işçilik yönünden pek geri sayılmazlar. Gaga ağızlı bir testi, Anadolu'daki çağdaşları kadar iyi olmamasına karşın, Troya'da ilk defa karşımıza çıkması bakımından önem taşımaktadır. Yapılan kazılar sırasında, Troya III'e ait pek az yapı kalıntısı ortaya çıkmıştır. Açığa çıkarılan kimi duvar kalıntısı ve ele geçirilen buluntular, bu tabakanın akıbetini aydınlatmaya yetmemektedir.
Kesinlikle hangi şekilde ortadan silindiğini saptanamayan III. Troya katmanının üzerine IV. Troya medeniyetinin M.Ö. 2200 yıllarında kurulduğu bir gerçektir (Carl W. Blegen. Troy II, Part 1, s.181). Bir önceki devirde olduğu gibi, meydana çıkarılan eserlerde düzensizlik göze çarpmaktadır. Troya I ve II'nın düzenli ve düzenli olduğu kadar kaliteli ve güzel olan seramiklerinin yanın da, Troya IV halkının ürettiği seramikler oldukça sönük kalmaktadır. Seramikler, genellikle tuğla kırmızısı ve mikalı kilden yapılmıştır. Perdahlı ve astarlı olmalarına karşın, yapıları çok bozuktur. Bir kısım çanak çömlek çark yerine elde yapılmıştır. Yayvan biçimli çanak çömlek hariç diğer kaplar daha çok çömlekçi çarkında yapılmıştır. Bu dönemde ev yapım tekniği biraz değişerek bitişik düzende yapılan ev tiplerine bırakmıştır.
Troya IV döneminde Anadolu oldukça hareketli ve karışık bir dönemi yaşamaktadır. Bu sıralarda, Anadolu'ya yeni bir kavim (Hititler) gelmiş ve büyük bir devlet olma çabası içindedir. Troya IV. halkı bu dönemde şehirlerini korumak için bir sur duvarı dahi yapmadıkları saptanmış olup, ancak hangi koşullar altında ortadan kalktığı bilinmemektedir.
Troya V bir sonraki yüksek medeniyetin temelini oluşturduğu için çok önemli bir yere sahiptir. Troya V.ikinci derecede öneme haiz bir sur duvarı ile korunmuştur. Bu katı diğerlerinden ayıran başka bir özelliği ise sarı sıvalı evleridir. Bu katın 3 metreye varan yığıntısı vardır. Buda bize Troya V. nın birçok defa yıkılıp yeniden yapıldığını belirlemektedir.
Troya'da 1933 yılı kazılarında bir evin ön kısmında ilkel tipte bir fırın kalıntısı saptanmıştır (Carl W. Blegen. Excavatıons at Troy. 1933 s.7). Aradan 4 bin yıl geçmesine rağmen, bu çevrede bulunan kimi köy evlerinin bahçelerinde bu biçimde fırınlara rastlamak mümkündür. Örnek olarak, Troya'nın girişinde yer alan Asarlık Köyünde (Hisarlık-Tevfikiye) ekmek ve buna benzer şeyler halen bu tip fırınlarda pişirilmektedir. Troya V evresinde, geniş çaplı bir yenilenme görülmektedir. Ancak; Troya IV kültüründen gelen alışkanlıklar bu dönemde de devam etmektedir.
Bu devir seramiklerinde açık renk hamur hâkimdir. Bazen tek renkli süslemede görülmektedir. Kâselerin içindeki latin haçı şeklindeki süs bu dönemin tipik özelliğidir. Çarkta yapılan seramikler iyice perdahlanmış ve çakıl taşı ile cilalanmıştır.
Troya V bir yangın sonucu yok olmuştur.
Troya V'de, Eski Bronz Çağı sona ermiş ve Troya V'in, Troya VI'ya geçişini sağlayan geçiş safhası ile Troya VI kentinin ilk yerleşmelerinde de Orta Bronz Çağı başlamış oluyor.
Troya VI'nın en büyük özelliği yapı tekniğine ulaşmış olmasıdır. Sivil ve askeri yapıları ile Yunanistan'dan gelen güçlü etkilere ve geniş dış ilişkilere karşın, yerli özelliğini yani Troyalı (Anadolulu) karakterini yitirmemiş olmasıdır. Troya VI muhteşem sur duvarları ve diğer yapıları ile oldukça güçlü bir kenttir. İç Anadolu'da M.Ö. 2 bin yılına ait Boğazköy, Alişar, Alacaköy surlarının, Batı Anadolu'daki tek benzeridir. VI. Troya kentine ait sur duvarları ile kimi yapıtlara ait kalıntılar ve höyüğün üst bölümü, Helenistik Dönemde kentin kuzey doğu bölümünde yapılan düzeltmeler sırasında büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Helenistik Dönemde M.Ö. 3. Yüzyıl, Athena Mabedinin yapımı için, höyüğün kuzey doğu bölümünde yapılan alan temizliği için, Troya VI'ya ait sur duvarlarının bir bölümü ortadan kaldırılmıştır. Bunun için, Troya VI'ya ait şehrin izlerine ancak höyüğün eteklerinde rastlanmaktadır.
Troya VI'daki yapılarda malzeme olarak yerli kireç taşı ve kerpiç kullanılmıştır. Duvarlar, üstün bir işçiliğe sahiptir. Günümüze ulaşan ve ayakta kalmış olan sur duvarları altı bölümden oluşmaktadır. Şehrin 5 ana kapısı bulunmaktadır. Kapı savunması için kuleler yapılmıştır. Sura ait bölümler, birbirinin içine birkaç metre girme yapılarak, kapılar savunmaya daha güçlü hale getirilmiştir. W.Dörpfeld, surun her bölümünün aynı çağa ait olmadığını belirlemiştir. Batı sur duvarları, iri kireç taşından, arası küçük ve düzensiz taşlarla doldurularak yapılmıştır. Burada yer alan kapının genişliği 1,50 metre civarındadır. Doğu sur duvarları ise daha düzgün ve sağlam taşlarla yapılmış olup, yukarı doğru şevli ve yüksektir. Surun kalınlığı üst bölümde 5, altta ise 7 metre civarındadır. Sur duvarının yüksekliği ise yaklaşık 6 metreye yakındır. Troya I ve II ye ait yapılarda kullanılan şev tekniği bu tabakada da kullanılmıştır. Bütün Anadolu'da olduğu gibi Troya VI surlarının üst yapısı da kerpiçtendi. Troya VI kuzey doğuda yer alan VI G kulesinden, güneydeki VI T kapısına kadar devam eden doğu suru ölçü ve taş işçiliği bakımından bir birlik gösterir. Kullanılan taşlar, düz ve poligonal bir biçimde yontulmuştur. Sur; köşeleri hafif çıkıntılarla belirlenmiştir. Bu teknik Anadolu ve Yunanistan'da M.Ö. 8 yüzyıla kadar kullanılmıştır
VI T kapısının girişte sol yanında kulesi ve sağında da ayrı bir yapısı (Hanthaus?) bulunmaktadır. Troyalı gençler, ava veya savaşa gitmeden önce bu evde toplanmakta ve eğlenceler düzenledikten sonra, gün ışıdığında uğurlanmaktaydılar. Bu yapıya, kuzeyden ve surdan açılan bir kapı ile girilmekteydi. Yapının ortasında daire biçiminde ve taş döşeli bir yapı kalıntısına rastlanmıştır. Bu yapı bir sunak veya sunak kaidesi, kulenin içindeki oda da bir Şapel olma ihtimali çok yüksektir (C. W. Blegen. Excavations at Troy. 1936. s.21).
Doğuda yer alan VI S kapısı iki yanından duvarlarla daraltılmıştır. Kapının bu yapısı, Ahlatlıbel Kalesinin kapısı ile çok yakın benzerlik göstermektedir. Batıdaki VI U kapısı da doğudaki kapı ile benzerlik gösterir. Ancak bu kapı en büyük olanıdır. Troya surlarının VI I kapı kulesinden başka, biri kuzey doğuda ikincisi ise doğuda olmak üzere iki kulesi daha vardır. VI II doğu kulesinin tabandaki genişliği 11 metre, eni ise 8 metredir. İçi tek hücrelidir. İki katlı olduğu ve üst kata kent içinden açılan bir kapı ile alt kata ise bir merdivenle inildiği saptanmıştır (T. Özgüç. VI. Troya'nın Anadolu Arkeolojisindeki Yeri. Belleten X. S.37, S. 20).
Troya VI'ya ait surların kuzeyinde yer alan VI G kulesi ise en büyük olanıdır. İçinde su deposu olarak kullanılan bir su kuyusu bulunmaktaydı. Bu kule 18 x 8 ebatlarındadır.
Hitit şehirlerinden Alişar ve Boğazköy'ün sur kapıları, çift kuleli, Troya VI'ya ait sur kapıları ise tek kuleli veya kulesiz olarak yapılmıştır. Troya VI'nın duvar yapı tekniği, onu çağdaşı olan Mikenai ve Tıryns yapılarından da ayırmaktadır. Yunanistan'daki bu kentlerde duvarlar ana zemine uyduruluştur. Hâlbuki Troya'da duvarlar bir höyüğü çevrelemektedir. Ayrıca Tıryns kazamatları ve kemerli galerileri, Argolis Bölgesi'nin tipik yapıları olduğu halde bu tip yapılara Troya'da rastlanmamaktadır. Çağdaş olan bu yapıları, teknik ve plan özellikleri birbirinden uzaklaştırmakta ve ayrı kültür bölgelerinin yarattığı anıtlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumu ev planları da doğrulamaktadır. Troya VI'ya ait sur duvarlarının en yakın benzerlerini, fazla uzağa gitmeden I ve II. Troya'da aramamız gerekir. VI. Troya kent suru, Troya'da yerli I ve II. Troya'ya ait kent surlarının doğrudan doğruya gelişmiş benzeri veya örneğidir.
Troya VI'nın megaron tipindeki evleri de, kökenini Troya'nın ilk megaron tipindeki evlerinden almıştır. Evlerin yanında, tek veya çift odalı evlerde bulunmuştur. Bu tipe giren evlerin en güzeli VI F evidir. Duvar yapısı yönünden diğer evlerden ayrılır. Evin bütün duvarları farklı kalınlıktadır. On iki adet ağaç sütun evin ikinci katını taşımaktaydı. Kenardaki kaideler yuvarlak olup, ortada yer alan ikisi dört köşe formludur. Bu tip kaidelere, VI E ve VI G evlerinde de rastlamak mümkündür. VI F evinin Ege Bölgesi'nde benzerlerinin olmadığını belirleyen W. Dörpfeld, bunun Hitit yapılarına benzediğini ve Büyükkale'deki III b evi ile çağdaş olduğunu ortaya koymaktadır. Arşiv binasının her odasının da iki sıra halinde dizilmiş sütun kaideleri bulunmuştur. Sayıları 6 ila 7 arasında değişen bu sütunlar tavanı(damı) taşımaktaydı. Buda gösteriyor ki çift sıra sütunlu ev tipi Anadolu kökenlidir. Aynı çağlarda bu ev tipi Batı ve İç Anadolu Bölgesi'nde de kullanılmıştır.
Bu evlere II. Troya da rastlandığından çok sütunlu ev tipinin de, bu ilk örneklerden geliştiğini kabul etmek gerekir (T. Özgüç. VI Troya'nın Anadolu Arkeolojisindeki Yeri. Belleten 37, s. 25). Troya VI'daki bu ev bile, Troya'nın bazılarının belirlediği gibi, tipik bir Miken şehri olmadığının kesin kanıtıdır. Evin tabanında bulunan ve Mikenai'den ithal edilen çanak-çömleğe göre be ev M.Ö. 15 yüzyılın sonu ile 14 yüzyılın başına aittir (C. W. Blegen. Troya and Trojans. S. 129). Bu ev, Troya'nın diğer dönemlerinde de başka amaçlar için kullanıldığından birçok değişikliğe uğramıştır. Bu amaçla, batı kapısı kapatılmış ve güney batı köşeye bir ocak yerleştirilmiştir.
Carl W. Blegen, bu evdeki iki taş sütuna dayanarak “Pillar House” dediği bir ev, VI İ kapısının hemen güneyindedir. Sütunun yüksekliği 1,70 metre, taban genişliği 0,95 metre üst genişliği 0,75 metredir. Açıkça görülen zıvana yuvaları, Hitit yapılarında görülen örnekler ile aynıdır. Evin sur duvarlarına bitişik olan güney duvarı (4 metre) çok kalındır. Ana odaya bitişik üç küçük oda daha vardır. Ana odaya açılan küçük oda geleneği, revakı andıran salonları Mezopotamya tapınakları ile müşterek bir benzerlik göstermektedir. Troya Tapınağı'nın (Pillar House), benzerini doğuda bulmak olası değilse de, salonu, çok odası sütun tarzındaki sunakları ve mimari yapı özellikleri ile doğulu bir geleneğe sahiptir. Yapı 27 x 13 metre ebatları ile Troya VI nın monumental bir anıtıdır. Basit planlı evler ve megaronlar ise Troya I ve II'dekilerin Troya VI'da yaşayan örnekleridir.
W. Dörpfeld Troya VI'yı, Carl W. Blegen ise, Troya VII a ‘yı Priamos'un şehri olarak kabul ederler. W. Dörpfeld VI. Troya'nın yangın ve insan eli ile yakılıp yıkıldığını belirtmesine karşın, Carl W. Blegen bu katın büyük bir deprem sonucu olarak sona erdiğini belirlemiştir. Troya VI sur ve ev duvarlarında görülen deprem izleri de, bu görüşü doğrulamaktadır. Prof. Dörpfel'de, sonradan Prof. Blegen'in fikrini kabul etmiştir.
Troya VI seramiği, Troya V'in devamı olmakla birlikte, daha gelişmiş durumdadır. Miken'den ithal edilenlerin yanı sıra onun yerli taklitleri de yapılmıştır. Troya VI'nın seramikleri kırmızı, gri ve açık renkte yapılmışlardır. Saray stilinde dekore edilmiş üzengi kulplu ve emzikli küpler, aryballos, kylix ve krater tipi kaplar en güzel örneklerdir. Bursa-İnegöl ve Kütahya-Tavşanlı'da Troya VI'ya bağlanan çanak çömleğin bulunmuş olması bu kültürün Hitit kültür belgelerinin görüldüğü sınır bölgesine kadar eriştiğini göstermektedir. Troya VI'yı Ege ve Mikenai dünyasından ayıran ve onu Hitit Kültür alanına bağlayan arkeolojik buluntuların en önemlisi ölü külünün küp içinde gömüldüğü mezarlarıdır. Buranın büyük bir küp mezarlığı olduğu saptanmıştır. Ölü hediyeleri arasında görülen ve Mikenai'den ithal edilen seramiklere göre M.Ö.14 yüzyıla tarihlenen bu mezarlık, Hitit'lerin ölü yakmayı tasvir eden yazılı belgeleri ile çağdaştır (T. Özgüç. VI. Troya'nın Anadolu Arkeolojindeki Yeri. Belleten X, Ankara 1946, s. 37). Burada yalnız ölü yakma adedi dahi, Troya geleneklerini Hitit dünyası ile aynı kökten gelen Anadolu'lu bir geleneğe bağlamak için yeterli bir kanıttır. Troya VI çanak ve çömleğinin büyük bir kısmı yerli ve Troya V'in kesintisiz bir gelişimi ve devamıdır (C. W. Blegen. Excavations at Troy. 1936, s.47). M.Ö. 3.in yıllarında bu çağda da Anadolu'da iki kültür bölgesi bulunmaktadır. Bunlardan bir Hitit Medeniyeti diğeri ise Troya VI'dır. Buluntulardan anlaşıldığı kadarı ile Troya VI büyük bir deprem sonucu yok olmuştur.
Bu tabaka, kaba fakat sağlamdır. Dörpfeld, VII tabakayı a ve b diye iki tabakaya ayırmaktadır. W.Blegen ekibi, aynı kanıda olmamasına karşın VII a tabakasını Dörpfeld'in dediği gibi, ünlü harplerin geçtiği Priamos'un kalesi olduğunu kabul ederler. Bu katın insan eliyle yıkıldığını doğrulayan kanıtlar bol miktarda bulunmuştur. Duvarlardaki yangın izleri, sokaklarda bolca bulunan ok ve mızrak uçları savaşın bu katta geçtiğinin kesin kanıtlarıdır (C. W. Blegen, Troya Hafriyatı. II. TT Kongresi. İstanbul 1937, s. 769).
Sebebi ne olursa olsun, M.Ö. 12. Yüzyılda Akalarla Troyalılar arasında bir savaş olmuştur. Savaşın sonunda, Miken Kralı Agamemnon ve ona yardım eden güçlerle birlikte Troya'yı yakıp yıkmıştır. Sonuçta yanmış ve yıkılmış olan şehir VII a şehri olarak karşımıza çıkmaktadır. Menelaos'un davasını benimseyen Agamemnon, oldukça kalabalık bir orduyu gemilere bindirip Ege Denizi'ne açılır. Yelkenleri dolduracak rüzgârı bulamayan Agamemnon kızını tanrılar adına kurban eder. Tanrılar yeteri rüzgârı sağlayınca, Agamemnon ve orduları böylece Troya önlerine varır. Gemilerin demirleme yeri olarak, Scamender Nehri'nin Çanaklale Boğazına döküldüğü yerin önü olarak ileri sürülmüştür. Alfred Brucner ve Oscar Mey ise, Agamemnon'un gemilerinin demirlediği yeri Beşike Limanı'nın olduğu yeri kabul ederler.
Şöyleki;
Troya VII a halkı, VI. Troya yıkıldıktan sonra, kendilerine özgü bir medeniyet oluşturmuşlardır. Bir kısım evleri tamir etmişler ve bir önceki şehrin surları içine yerleşmişlerdir. Düzensiz yapılaşma kent halkının ani bir darbe ile eski baskıcı anlayışı iş başından uzaklaştırmış olduğunun kanıtıdır. Troya V'yı yerle bir eden deprem, bu denli köklü bir değişime neden olmamalıydı.Sıradan halkın egemen olduğu kentte, kral ve soyluların bir şekilde yönetimden uzaklaştırılmış olmalılar. Uzun bir zaman diliminde, kralların ve soyluların kendilerini sömürmesinden bıkan halk, büyük bir olasılıkla deprem felaketinden yararlanarak yönetimi ele geçirmiş ve kente egemen olmuşlardır (E. Akurgal. Anadolu Uygarlıkları. Net T.Y.A.Ş. İstanbul 1988). İlyada'da bahsedildiğine göre, tapınağı ve birçok sarayları olan büyük bir şehir olmalıydı. Paris ve Güzel Helen'in el ele tutuşarak dolaştıkları caddeleri, girip çıktıkları sur kapıları, mehtaplı gecelerde, kulelerden büyük aşkın verdiği mutluluk içinde dalgın gözlerle seyrettikleri Çanakkale Boğazı'nın girişi ve bütün ihtişamı ile güney doğuda yükselen İda Dağı'nı düşlemek ister isek, Troya VI'ya ait sur kule ve sur kapılarını incelememiz gerekmektedir.
Ünlü yazar Homeros'un anlattığı şehir, ister Troya VI olsun, ister Troya VII a olsun o korkunç harbe göğüs geren sur, kule ve şehir kapıları VI. Troyalıların yaptıkları oldukça güçlü ve muhteşem olan sur duvarlarıdır. Bu katta çok sayıda Miken seramiği ele geçirilmiştir. Ayrıca bu dönemde, yerli seramiklerde de Miken tarzı süsleme görülmektedir. Troya VII a'nın şiddetli bir yangınla son bulduğu, bu kentin sur ve diğer yapılarında görülen, kızarmış ve çatlamış taşlardan anlaşılmaktadır (C. W. Blegen. Troy and the Trojans. London 1966, s. 161).
Akhaların katliamından kurtulabilen Troya VII a halkı geçmişteki ağır felakete rağmen, yakılmış ve yıkılmış olan şehirlerinin üzerine yeni şehirlerini kurmuşlardır. Ancak; eskiye oranla bir duraklama görülür. Düzensiz yapılaşma ve kültür dokusu yeni kent halkının eski yönetimle iyi geçinemediği onları bir şekilde iş başından uzaklaştırdığını kanıtlamaktadır. Troya VI ‘ yı yerle bir eden deprem, bu denli köklü bir değişikliğe yol açmış olamazdı. Doğal felaketle birlikte kent yönetiminde de köklü bir değişiklik yaratmıştır. Yaklaşık 500 yıl süren kralın ve asillerin baskı ve zulmünden bıkan Troya halkı olasılıkla bir asının liderliğinde yönetimi ele geçirmiş olmalılar. Yerel kültür yavaş yavaş benliğini yitirerek, galip olanın gelenek ve göreneğinin etkisine girmiş olarak karşımıza çıkar. Yerli seramik birçok yönüyle değişmiştir. Kulplarında süsü olan “buckelkeramik” denilen seramik tipi ortaya çıkar. Bu dönemde duvarlar pek muntazam değildir. Malzeme olarak küçük taş kullanılmıştır (C. W. Blegen. Troy and the Trojans. London 1966, s. 168). Ev duvarlarında ise daha büyük ve yüksek taşlar “orthostates” kullanılmıştır. Kazılarda bu kata ait birçok malzeme ele geçirilmiştir.
Ön Asya dünyasını alt üst eden büyük karışıklıklar, M.Ö. 12.yüzyılın başlarında meydana gelir. Bu devirde, Anadolu'ya ardı arkası kesilmeyen göçler olur. Göçler sonucunda, Anadolu'da büyük bir medeniyet olan Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1180 yılında yıkılır. Hitit İmparatorluğu'nu yıkan Dorlar, Mezopotamya'ya kadar inmiş hatta Mısır'a kadar ilerleyerek Ramses III ile savaşmışlardır (A. M. Mansel. Ege ve Yunan Tarihi. Ankara 1963, s. 261). Bu göçlere ait bazı izleri, Troya VII b ye ait katmanlarda da görmek mümkündür. Bunun sonucu olarak, yeni bazı gelenekler ortaya çıkmıştır. Ev duvarlarında ortaya çıkan ve Dor özelliği olan Kyklopen tarz yapı tekniği bunun en güzel kanıtıdır. Bütün Batı Anadolu gibi (U. Muss. Artemision'un Tarihçesi. Efes Artemisionu. İstanbul 2008. S. 25 -34), bu tabaka da Kimmerler tarafından istila edilmiştir (W. Dörpfeld. Truva Hafriyatı. TT Kurumu Kongresi. İst. 1937, s. 273).
Bu devir de Troya VI gelenekleri devam ettirilmiştir. Yerli halk istilacıların kültür ve gelenekleri yerine ön kültürlerini büyük ölçüde korumuş ve devam ettirmiştir. Kendi kültürleri içinde yeni gelenlerin etkilerini eritmeyi başarmışlar. Bu katta, Helenistik Dönem öncesi eserler bulunmuştur. Yeniden ayağı kaldırılan yapılarda, bir önceki dönemin malzemesi kullanılmıştır. Bu nedenle bir önceki dönem ait birçok yapı yok olmuştur. Bu katta yer alan Erken Helenistik Döneme ait binalara “Upper Temenos” denilmektedir. Bunlar dini anlamda olup, kurban kesim yeridir. Ayrıca apsidal tipte bir atlara sahiptir. Bu dini yerin (temenos) üzerine Helenistik Dönemde yüksek bir atlar yapılmıştır.
Bu dönemde, kropolün en yüksek noktasına “ kuzey doğu alanı” yapılan Athena Tapınağı için geniş bir alan düzleştirilir. Bu düzleştirme sırasında, bu tabakada yer alan birçok yapı yok edilmiştir. Dor Nizamında yapılan tapınağın platformu kum taşı ile kaplıdır. VI. Troya'nın doğu kapısının hemen önünde görülen duvar yapısı da tapınağa aittir. Athena Tapınağı, Roma Dönemi ve daha sonraki devirde onarım görmüştür. Höyüğün diğer bölümlerinde açılan yarmalarda olduğu bu alanda da açılan büyük yarma, tapınağın büyük bir bölümü yok edilmiştir. Bu nedenle kimi mimari parçalar “mermer” höyüğün kuzey kesimine yayılmıştır. Alanda görülen sütun tamburları ve sütun başlıkları, tapınağın ne denli büyük olduğunu anlamamıza yetmektedir.
Pers Kralı Kserkses (M.Ö.485 – 465), Yunanistan seferine giderken, 100,000 kişilik ordusu ile Antandros (Altınoluk) üzerinden gelerek Troya'ya uğrar ve burada tanrılar adına kurbanlar bağışlar. M.Ö. 334 de Pers ordusunu yenen Büyük İskender yine Troya'ya uğrar ve Athena Tapınağını ziyaret ederek kurbanlar adar ve tapınağın onarılması için parasal destek vereceğine dair söz verir. Ancak, Büyük İskender yaşadığı süre içinde bu sözünü yerine getiremez. Onun yerine, yine onun komutanlarından Lycımachos bu sözü yerine getirir.
Höyüğün güney bölümünde yer alan ve halen büyük bir bölümü ayakta kalan Odeon'da Helenistik Dönemde yapılmıştır. Orkestra bölümü, zamanında mermer plakalarla kaplıydı. Yapının büyük bir bölümü, Troya VI'nın güney sur duvarları üzerinde yer almaktadır.
M.Ö. 670 yılında Anadolu'da kolonizasyon hareketi başladığında, Troya'da Miletosluların istilasına uğrar. M.Ö. 513 yılında Pers Kralı Dareios Boğazlar Bölgesi ve Trakya'yı Pers topraklarına katmıştır. Bu tarihten itibaren, Troya ve yakın çevresi durmadan el değiştirmiş ve bu durum Küçük Asya'nın Roma Egemenliğine geçmesine kadar böyle devam etmiştir.
Büyük İskender'in M.Ö. 323 yılında Babil'de ölümü üzerine diğer Ön Asya şehirleri gibi Troya'da sık sık krallıklar arasında el değiştirmeye başlamıştır. Romalı komutan Scıpıo Africanus ve kardeşi Lucıus Scıpıo Bergama orduları ile birleşerek Selevkos Kralı Antiyohos'u Manisa yöresinde büyük bir yenilgiye uğratınca, Troya'da Roma İmparatorluğunun emrine girmiştir. M.Ö. 189 yılında konsül Manliyus'un Galatları kesin yenilgiye uğratmasına kadar, Troya Galat akınlarına maruz kalır.
İmparator Augustus, Troya'yı kendi sülalesinin akrabası olarak kabul ederek, buraya karşı yakın ilgi duymuş ve Athena Tapınağı'nın onarımı için maddi ve manevi destek vermiştir. Troya'da, Roma Döneminde yapılan binalar, VI ve VII. Troya katmanlarının üzerine yapıldığından, bu katların tahrip olmasına neden olmuştur.
Roma devrinde, Troya oldukça gelişmiş ve oldukça büyümüştür. Kazılar sadece höyüğün üzerinde yapıldığından, bu döneme ait sahalar açılmamıştır. IX. tabakada bir hamam, meclis binası (bouleuterıon), küçük tiyatro (odeon), Pazar yeri (agora) ve kuzey yamaçta büyük tıyatroya ait kalıntıları görülebilir. Roma Dönemi'nde, Troya'nın suyu Kayalıdağ'daki pınarlardan sağlanmıştır. Bu amaç içinde birçok yere su kemeri yapılmıştır. Bu su kemerlerden en muhteşem olanı Kemerdere Köyü yakınındaki ve Kemerdere suyunun üzerinde yer alanıdır. Ayrıca; Troya'nın su gereksinimi için, höyüğün bazı yerlerinde su kuyuları açılmıştır. Bu kuyuların sayısı 6 adet olup, bunlar yuvarlak biçimli ve çevresi taşla örülmüştür. Derinlikleri, bulundukları yerleri itibarı ile farklılık göstermektedir.
Roma Dönemi'ne ait birçok yapı malzemesi, başka amaçlar için çevre köylüler tarafından götürülerek evlerinin yapımı için kullanılmıştır. Bazı yapılara ait mermer malzeme ise kireç ocaklarında kullanılmıştır. Hatta Osmanlı Dönemi'nde İstanbul'da yapılan bazı köşkler için mimari malzeme taşınarak bu yapılarda kullanılmıştır (Ç. Yetkin. Türk Halk Hareketleri. Cilt 1, s. 161).
Troya'da yapılan kazılarda ele geçen sikkelerden, burada bir darphane olduğu ve ilk olarak İlion adı ile para darp edildiğini anlıyoruz (T Sevil. Greek Coins in Çanakkale and Troas. Çanakkale 1977). M.Ö. 3 yüzyılda darp edilen paraların ön yüzünde genellikle sağa doğru miğferli Athena başı, arka yüzlerinde ise Athena Ilıas ayakta ve I^I yazısı bulunmaktadır. Höyüğün büyük bir bölümü açılmadığından, heykeltıraşlık eserlerinin ne durumda olduklarını saptamak mümkün olmamıştır. Büyük tiyatronun üst yamaçlarında bol miktarda pişmiş topraktan yapılmış figürün bulunmuştur. Bu alanda gezinti yapan kimi köylüler, günümüzde de yüzeyde bu tip eserler bulmaktadır. Bunlar, açık devetüyü renk hamur yapısına sahiptir. Bulunan bazı mimari parçalardan, Troya'nın Bizans Dönemi'nde de ir süre iskân gördüğünü kanıtlamaktadır. Troya bu süreçten sonra giderek önemini yitirerek bir yerleşim merkezi olmaktan çıkmıştır. Kesin olarak ne zaman terk edildiği konusunda herhangi bir şey söylemek mümkün değildir. Böylece, asırlardan beri önemli bir medeniyet olarak varlığını sürdüren Troya, kazılar için ilk kazmanın vurulduğu 1871 yılına kadar varlığı saptanamamış ve Hisarlık sırtlarında bir giz olarak günümüze ulaşmıştır. Bu sırtlarda, Tunç Çağını kapsayan 2000 yıllık süreçte, 15 metreye yakın bir kültür katmanı oluşmuştur (M. Korfmann. “Denizsel Troia Kültürü”, Arkeo Atlas 2, İstanbul 2003).
Hisarlık Köyü'nün hemen güneyinde yer alan gişelerden geçtikten sonra, tahta atın önünden yakın zamanda yapılmış olan merdivenlerden çıktığınızda, geçmişi günümüze taşıyan Troya VI surları ile karşı karşıya geliriz. Bu surları duvarların tam dibinden değil, biraz uzaktan seyretmek daha güzel olur. Ayrıca; tüm öreni ve Troya ovasını da görmek istiyorsak, Blegen'in maksatlı olarak oluşturduğu yığmanın üzerine çıkıp buradan seyretmemiz doğru olur. Günün her saatinde, oldukça güzel olan bu manzarayı seyrettikten sonra, VI. Troya surlarını yakından incelemek ve öreni gezmek için merdivenlerden batıya aşağı inmek gerekir.
Bu alanda, sağımızda Helenistik Döneme ait uzunca bir duvar bulunmaktadır. Bu duvar, höyüğün üst noktasına yapılan, Athena Tapınağı ile bağlantılıdır. Duvarın batısında (solda) VI.Troya'nın sur duvarlarının doğu bölümü bulunmaktadır. Sur duvarları, yöresel sert kum taşından yapılmıştır. Sur duvarlarında hafif geriye çekme “şev” tekniği uygulanmıştır. Sur duvarının bu eğimi sayesinde, düşmanın tırmanmasını olanaksız kılmaktaydı. Duvarların üst bölümünde büyük bir olasılıkla araları ahşap hatıllı kerpiç kullanılmıştır. Duvarların yüksekliği 12,5 metreye ulaştığı var sayılmaktadır. Günümüze ulaşan yüksekliği 4 metredir. Doğu kapısının güney yönünde bu kapıyı korumak için savunma kulesi bulunmaktadır. Güney kapısında da (Dardanel Kapısı)savunma amaçlı yapılan kule bulunmaktadır. Şu anda,önümüzde VI H kulesi görülmektedir. Bu kule sur duvarlarına sonradan eklendiği için, bu yapının yapı tekniği farklıdır. Dört köşe planlı kulenin ön yüzü 11,30 metre olup, surdan çıkıntısı 7,30 metredir. Doğu yönde olan cephe duvarı yan duvarlardan daha kalındır. Bazı izlerden, kulenin iki katlı olduğu anlaşılmaktadır. Üst kata bir kapı ile ve sur içinden girilmekteydi. Alt kata ise ahşap bir merdivenle inilmekteydi. VI H kulesinin yapılış amacı askeri strateji açısından son derece yüksek bir düşüncenin örneğidir. Troya'yı koridorlu kapıdan zorlayacak olan düşman askerleri için, bu kule arka taraftan ateş gücünü en üst düzeyde yerine getirecek konumdadır. Ayrıca girişin koridorlu olması, düşman askerleri için fevkalade riskli bir pozisyon yaratmaktaydı. Bazıları, bu kapının İlya'da bahsi geçen Dardanos Kapısı olduğu düşünülmüştür. Bu kapının hemen doğusunda, gevşek örgülü bir duvar yapısı bulunmaktadır. Bu duvar yapısı, Athena Tapınağı kutsal alanını çevreleyen duvar kalıntısıdır.
Görüldüğü gibi, kule ve sur çok güzel ve sağlam yapılmıştır. W. Blegen bu kulede yaptığı kazı ve incelemede deprem izlerine rastladığından, kule ve VI.Troya'nın deprem sonucu, W. Dörpfeld ise bu tabakanın yangın sonucu sona erdiğini söylemektedir. Hafirlerin hangisinin haklı olduğu konusunda duvarları yakından inceledikten sonra değerlendirmeyi sizlere bırakıyoruz. 1937 yılında yapılan II. Türk Tarih Kongresinden sonra Dörpfeld'de, Blegen'in bu düşüncesine katılmıştır.
Troya VI'ya ait kule ve doğu sur duvarını izlediğimizde, 25-30 metre ileride ve Athena Tapıağı temenos duvarının arasından geçtiğimizde, Troya VI'nın doğu kapısına ulaşırız. Planda VI S kapısı olarak görülür. Sola dönüldüğünde bir metre kadar ileride çift kanatlı bir kapının olduğu zemindeki eşik taşı ve bunun üzerinde yer alan zıvana yataklarından anlaşılmaktadır. Savaş sırasında, bu kapıya yüklenen düşmanın, bu koridorun iki yanında dizili olan Troyalı askerler tarafından kolayca yok edilebileceklerini düşünebiliriz. Bu tip kapı tekniği, sadece Troya'ya özgü bir mimari ve yapı tekniğidir.
Kapıdan geçip, merdivenleri çıkarak sola dönüldüğünde, VI ve VII a Troya evleri ile karşılaşılır. Yerdeki yön işareti izlendiğinde, ilk önce VII. Troya yazılı levhanın bulunduğu 3 x 4,60 metre boyutlarındaki odayı görürüz. Odada gömülü olan küpler, ilgimizi çekecektir. Bunlar erzak küpleri olup, savaş zamanları kullanılmak üzere erzak ile dolu olarak tutulmaktaydı. Odaların tabanında yer alan bu küpler, tabana gömülü olup ağızlarını bir kayrak taş kapatmaktaydı. Troya VI'ya ait evlerde bu tip gömülere rastlanmamıştır. Depremden hemen sonra acele ile yapılan odalarda bu tip erzak küplerinin olması, yeni dönemde kente sığınanların geleceklerinden endişe ettiklerini göstermektedir. Bu alanda geniş yollar ile ayrılmış terasta VI.Troya'nın megaron evlerin kalıntıları görülür. VI.Troya surunun bu bölümünde ve iç kesimde bazı çukurlar görülmektedir. Troya VI döneminde, bu çukurlar, tuvalet gereksinimini karşılamak üzere buraya yapılmıştır. Bu da bize Kral Priamos'un kalesinin savaş anında bütün gereksinimlere cevap verebilecek şekilde planlandığını kanıtlamaktadır. Evlerin ortak özelliği, surlara bakan dış duvarlarının daha özenli ve kalın bir duvar yapısına sahip olmalarıdır. VI E, VI C, VI F ve VI G evleri, Troya'nın en güçlü döneminde planlanmış ve inşa edilmiştir. VI E evinin hemen bitişik (batı) VI C evi Schliemann'ın yarması sırasında büyük ölçüde harap olmuştur. Erzak (kiler) odasından çıkıldığında hemen karşıda VI F evi bulunmaktadır. Bu ev diğer evlerden oldukça farklı yapılmıştır. Evlerin, sur tarafındaki duvarı, diğer evlerde de gördüğümüz gibi çok kalın yapılıdır. Buradaki amacın, suru ikinci kez desteklemiş olmasıdır. Odada ilk göze çarpan yerde her iki kenarda sıralanan taş kaideler bulunmaktadır. Kenarlarda 5 er ve ortada 2 adet olmak üzere toplam 12 kaide görülmektedir. Evin batı duvarında ikinci katın odalarını taşıyan ahşap kirişlere ait yuvalardır. Görülen kaidelerin üzerinde 30 cm çapında ağaç sütunlar bulunmaktaydı. Ev iki katlı idi ve bu sütunlar ikinci katın tabanını taşımaktaydı. Evin salonunun doğu duvarı 15,87 batı duvarı 14,70 metre boyutlarındadır. Dar yüzü 12,50 metre uzunluğunda olup, ev yaklaşık olarak dikdörtgen bir plan göstermektedir. Evin batı ve kuzeyde olmak üzere iki kapısı bulunmaktadır. Salonun güney batı köşesinde üçgen şeklinde bir ocak bulunmaktadır. Kazılar sırasında bu evde bulunan Miken seramiklerinden bu evin M.Ö. 1400 yıllarında yapıldığı anlaşılmıştır.
Bu salonun ortasında bir ocak bulunmaktaydı, bu ocak hem ısınmaya hem de aydınlatmaya yaramaktaydı. Duman çatıda yer alan bir delikten çıkmaktaydı. Kral, konuklarını bu ocağın başında kabul eder, küçük ve alçak masalar etrafında, av etinden oluşan zengin mönü ile onlara ziyafet vermekteydi. Çoban kral olarak bilinen bu insan, okuma ve yazma bilmese de katipleri sayesinde ülkelerini en yüksek düzeyde yönetmesini bildiler. Troya savaşlarından yaklaşık 400 yıl sonra İlyada'yı yazmış olan Homeros, bu esrinde Kral Priamos ve onun evinden bahsetmektedir. Avlunun öbür yanında, karşıda kızların odaları vardı. On iki tane cilalı taştan yan yana düz damlı, saygıdeğer karıları ile Priamos'un güveyleri yatardı” der. Bu evlerde kadınlara düşen çok önemli görevler bulunmaktaydı. Bunların arasında, buğday öğütmek, ekmek pişirmek, yün eğirmek, kumaş dokumak ve evlerin temizliğini yapmak gibi. Avcılık ve hayvancılık bu dönemde oldukça ileri bir düzeydedir. Anadolu'nun maden zenginliği, Troya'daki maden ile ilgili zanaatta da görülmektedir. Halkın bir bölümü, balıkçılıkla uğraşmıştır. İlyada'da “balığı bol Hellespontos” olarak geçen Çanakkale Boğazı'nda Troyalılar bol miktarda balık avlamasını bilmişlerdir.
Troya'lılar, bu dönemde Ege Adaları ve Anadolu'nun iç bölgesinde yaşayan halklarla çok yakın ticari ve kültürel ilişki içinde oldukları ele geçen buluntulardan anlaşılmaktadır. Höyüğün, M.Ö. 3000 yılından itibaren seçilmiş olmasının temel nedeni, bölgenin tarım, hayvancılık, avcılık ve deniz ticaretine çok uygun olmasıdır. Höyük bu evreye gelesiye kadar,üst üste yapılan yerleşmeler ile oldukça yükselmiştir. VI F evinin kuzey bitişiğinde VI E evi yer almaktadır. Evde, Schliemann'ın açtığı yarmalar sırasında büyük ölçüde yok edilmiştir. Evlerin yanından kuzeye yöneldiğimizde, birkaç basamaklı rampayı çıkınca burada Roma Dönemine ait duvarlar, VI.Troya'ya ait sur duvarlarının üzerine yapıldığını görürüz. Alanın kuzeyinde, Troya VI'nın en yüksek kulesini görürüz.
VI G kulesi olarak isimlendirilen bu kulenin küçük bir kapısı bulunmaktadır. Yaklaşık 9 metre yükseklikte olan bu kulenin içinde su ihtiyacı için yuvarlak bir kuyu yapılmıştır. Kule daha çok gözetleme amaçlı olarak yapılmıştır. Helenistik Dönemde, kulenin dışındaki kuyuya gizlice inmek amacıyla bir merdiven yapılmıştır. Roma Dönemi'nde kuyunun ağzına yeni bir ağızlık yapılarak sarnıç olarak kullanılmıştır. Bu kuyu, Blegen dönemindeki kazılar sırasında, tehlike arzettiği gerekçesi ile kapatılmıştır. Basamakların alt bölümünden kuleye baktığımızda bunun bir gemi pruvasını andırdığını görürüz. Kuleyi daha yakından görmek ve incelemek amacıyla aşağı inildiğinde, burada VI Troya, Hlenistik ve Roma Dönemi arasındaki yapı farklılıklarını daha rahat saptayabiliriz. Bu yapıyı yeteri kadar görüp tekrar gezi yolumuza devam ettiğimizde, Athena Tapınağı alt yapı kalıntılarına ulaşırız.
Athena Tapınağı, höyüğün üst bölümünde ve kuzey doğu alanda Helenistik Dönemde düz bir alan oluşturularak yapılmıştır. Zamanında Pers İmparatoru Xerxes ve Büyük İskender'in ziyaret ederek kurbanlar adadığı bu tapınaktan günümüze fazla bir şey kalmamıştır. Geride kalan büyük bir bölümü de Schliemann'ın büyük açması sırasında yok edilmiştir. Tapınak,15,20 x 16,40 metre boyutlarındadır. Dor üslubunda yapılmış olan bu tapınağın ön ve arka bölümünde 6 şar sütun bulunmaktaydı. Tapınak çok üstün bir teknik ile yapılmıştır. Temellerine kum yerleştirilerek, depreme karşı esneklik ve dayanıklılık verilmiştir. Athena Tapınağı, Büyük İskender (M.Ö.336-323),İskenderin genarellerinden biri olan Lysimachos (M.Ö. 323-281) ve Roma Döneminde büyütülmüş ve onarımı için katkı verilmiştir.
Tapınağa ait bazı sütun tamburu, sütun başlığı ve mimari parçaları yakından incelemek için geri dönerek çıktığımız merdivenlerden inelim ve dar yola sapalım. Önümüze çıkan mimari parçalar, tapınağa ait olup, Roma Dönemi ekleridir. Buradaki kolosal tipteki sütun başlıkları ve architrava ait mimari parçalar bize tapınağın büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir. Schliemann hazineyi bulmak için, höyüğün bu bölümünün altını üstüne getirmiştir. Gezinti yeri, Dörpfeld'e göre tapınak atlarının bulunduğu yerdir.Bu alanın kuzey köşesinde 1,10 x 1,70 ölçülerinde ve 10,50 metre derinlikte kenarları düzgün yontulmuş taşlarla yapılmış bir kuyu bulunmaktadır.
Yavaş yavaş, höyüğün merkezine doğru ilerleyelim. Şu anda ortadan kalkmış II.Troya surlarının üzerindeyiz.Karşımızda sağ tarafta hafriyat kulesindeki megaron kalıntılarını gördükten sonra biraz ilerlemek lazım. İkinci megarondaki zahire küpüne ait parçayı yakından görmek isteyenler, bu megarona biraz yakından bakabilirler.
Höyüğün bu ilk yerleşkesi, ana kaya üzerine kurulmuş olup bunun denizden yüksekliği 16 metreye yakındır. Erken Bronz Çağında kurulmuş olan Troya I başlangıçta denize oldukça yakındı. Strabo'ya göre denize uzaklığı yaklaşık 2220 metre (12 stadya) uzaklıktaydı. Kumkale ovasında yapılan sondaj çalışmaları sonucu, bu alanda fazla derin olmayan bir körfezin olduğu saptanmıştır. I.Troya'nın yerleşme alanını çapı yaklaşık 90 metre çapında ve çevresi surla çevriliydi. Kesintisiz bir kültür birliği gösteren I.Troya (M.Ö. 3000-2500) yaklaşık 4 metre yükselmiştir. Günümüze ulaşan kalıntıları bu yerleşmenin son evresine aittir. Kentin ana girişi güney yöndeki kapıdandı. Dar bir koridor şeklindeki kapının iki yanında üçgen şeklinde yapılmış kuleleri bulunmaktadır. 3,5 metre yükseklikte ve eğimli olarak duvarları, altta daha iri üstte ise daha küçük taşlarla yapılmıştır. Bu gün göremediğimiz en üst kısmı kerpiçten yapılmıştı. Kerpiç duvar yapısı, ahşap hatıllarla desteklenmişti. Bu teknik, VI Troya'ya ait sur duvarlarında da kullanılmıştır. Kulenin ortasında, kuyuya benzer bir yapı bulunmaktadır. Günümüzde, atıklarla dolu olduğu için kuyu hakkında fazla bir bilgi edinemiyoruz.
Kent, savunması kolay ve stratejik bir noktada kurulmuştur. Boğaz geçişine hakim bir noktada yer alması nedeniyle, takip eden yıllarda gelişerek bölgenin en güçlü bir kenti haline gelmiştir. Başlangıçta küçük bir köy niteliğindeki bu yerleşme de yerli bir kültür oluşmuştur. Kent yönetimi babadan oğla geçecek biçimde yönetilmekteydi. Halkı, tahıl, zeytin ve zeytin yağı, yapağı, dokumacılık, hayvancılık ve balıkçılık yaparak geçimini sağlamaktaydı. Kazılarda bulunan seramikler elde yapılmış, gaga ağızlı testiler, kapaklı ve kulplu kaplardır. Anadoluda, bol miktarda bulunan ve oldukça yaygın olarak kullanılan maden ve madeni malzeme burada da görülmektedir (Ü. Yalçın. Anadolu Madenciliği. Arkeo Atlas. 2, İstanbul 2003). Kimi silahlar ve ok uçları da, obsidiyen ve sileksten yapılmıştır. Bölgeye yabancı olan bu endüstriyel taşlar özellikle Orta ve Doğu Anadolu'da bulunan işliklerden buraya kadar ulaşmıştır (M. Korfman. “Denizsel Troia Kültürü”, Arkeo Atlas 2, İstanbul 2003).
Troya II evleri (megaron) oldukça planlı ve düzenli olarak birbirinden bağımsız olarak ve dikdörtgen şeklinde yapılmıştır. Evlerin önünde genellikle sundurma şeklinde bir çıkıntı bulunmaktadır. Megaronlar daha çok taş temeller üzerine kerpiçten inşa edilmiştir. Duvarlar taban genellikle çamurla sıvanmıştır. Bu konut yapım sisteme gelecek kültürler içinde bir prototip oluşturmuştur. Salonların ortasında,ısınmaya ve aydınlanmaya yönelik bir ocak bulunmaktadır. Duman, dama yakın noktada yer alan ışık veya havalandırma delikleri sayesinde dışarı kaçmaktaydı. Bu ev biçimi daha sonra ortaya çıkan tapınaklar içinde örnek oluşturmuştur. Evlerden 102 nolu olanı 7 x 18,5 metre boyutlarında, dikdörtgen planlı ve biri ortada olmak üzere iki ocağa sahiptir. Duvara yakın yerlerde yerden yükseltilmiş oturma veya yatak olarak kullanılan bir alan bulunmaktadır. Yapılan kazılarda, güney doğu köşede olasılıkla içinde yiyeceklerin saklandığı bir çukur saptanmıştır. Burada bulunan deniz kabukluları ve hayvan kemikleri, bu alanın mutfak olarak kullanıldığını göstermektedir. Tabanda bulunan iki çocuk iskeletinin onların buraya gömüldüklerini kanıtlamaktadır. Daha öncede değindiğimiz gibi I. Troya ve II. Troya halkı ölen çocuklarını mutfaklarının altına gömüyorlardı. Bunun tek amacı “çocukların korunmaya muhtaç oldukları” düşüncesiydi.
Schliemann'ın açmış olduğu büyük yarma sırasında, kalıntıların büyük bölümü yok edilmiştir. Troya I, büyük bir yangın sonucu yok olmuştur.
Erken Bronz Çağı'na ait olan II.Troya,110 metre çapında oluşturulan sur duvarları içine yerleşmiştir. II.Troya'nın oldukça düzenli bir şehir planı bulunmaktadır.Bu tabakada farklı kültür katmanlarından oluşmaktadır.Bu amaçla, kentin batısında, muhteşem bir giriş kapısı yapıyorlar. Surların güney batısında yer alan bu kapının genişliği 7,5 metredir.Rampanın uzunluğu ise 21 metredir. Kapı yanları güçlü duvarlarla desteklenmiştir.Kapıya çıkan rampa, büyük ve düzgün kireç taşı bloklarla döşelidir. Arabaların, rahat bir şekilde şehre girmesini sağlamak için yapıldığı söylenmekte ise de, rampanın aşırı eğimli oluşu, arabaların bu yokuşu nasıl çıktıklarını biraz düşünmemiz gerekir Rampanın, sur duvarı ile birleşen kısmı ile ana zemin arasındaki kod farkı 6,5 metredir. Böyle bir eğimi atlı arabaların çıkması oldukça zordur. Rampanın iki yanında yer alan ve Troya II g dönemine ait surlar çok sağlam ve bindirme tekniğinde yapılmıştır. Rampanın sol tarafında sonradan örülmüş bazı bölümler vardır. Tam ortadaki örülü bölümde Schliemann Priamos'a ait olduğunu sandığı hazineyi bulmuş ve hazine gibi bu kalenin de Kral Priamos'a ait olduğu kanısına varmıştır. Schliemann'ın bulduğu surun Kral Priamos'a ait olmadığı W.Dörpfeld (1891-92) ve C.W.Blegen (1932-1938) tarafından kazılar sonucu saptandığına göre, bu örülü kısımlar II.Troya'nın tali katına ait sur kapısının izleri olmalıdır (H.Schliemann, İlyada'da anlatılan VI. Troya ve ona ait hazine olduğunu uzun yıllar iddia etmesine karşın, Dörpfeld ve Blegen'in savlarını sonuçta kabul etmiştir).
FM Rampalı sur kapısı iki kanatlı bir kapı ile korunmuştur. Kapının iki yanında yer alan söve taşları bunu kanıtlaaktadır.Görülen bu kısımlar II.Troya'nın son devresine aittir. II. Troya'nın gezi yolu üzerinde olmayan ve hafif rampalı bir kapısı daha vardır. Kapı çakıl taşı döşeli bir alana açılmaktaydı. Buradan da II. Troya kralının sarayına gidilmekteydi. İnce uzun, koridor şeklindeki kapıdan girildiğinde, tabanı çakıl taşı ile döşeli ve krala ait olduğu sanılan büyük bir megaron eve ulaşılmaktaydı. Evin duvar kalınlığı 1,5 metre,13x35 metre boyutlarındaydı. Bura da bulunan taş bir kaide sonucu bu evinde iki katlı olduğu düşünülmektedir. Altın ve gümüş takıların çoğu bu evin içinde veya çevresinde yapılan kazılarda ele geçirilmiştir. Ne acıdır ki bu bölümlerde açılan büyük yarmalar sonucu, ilgili tabakalara ait birçok kalıntı yok edilmiştir. Bu katın zenginliği dönemine göre dünyanın en zengin buluntularının Schliemann tarafından ortaya çıkarılarak kaçırılmış olması ile kanıtlanmıştır. Ele geçirilen altın ve madeni eserler, II.Troya'nın ne denli yüksek bir kültür yapısına ulaştığını belgelemektedir.Troyalı ustalar, telkari tarzda altın işleyebilmiş,çömlekçi çarkında çömlek üretmiş ve koyunun yününü artık koparma yerine makasla kırkmasını bilmiştir. Bakır ve kalayın karışımı ile üretilen silahlar, Troya'da gelişmiş bir madenciliğin varlığını kanıtlamaktadır. II. Troya halkı veya kralı acaba neden bütün zenginliğini terk ederek bu kentten uzaklaştı. Çevrede herhangi bir iskeletin bulunmayışı bu düşünceyi doğrulamaktadır. Bu kentin yıkılışı M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu'ya olan büyük göçler sonucu olmuştur. Ancak bu yakıp, yıkma işini gerçekleştiren topluluk, II.Troya'nın yıkıntılarının üzerine yerleşecek yerde burayı kısa sürede terk etmişlerdir. Bu topluluğa ait herhangi bir buluntunun ele geçirilmediği gibi bir kültür değişikliği de olmamıştır.
FM kapısından batıya doğru yolumuza devam edecek olursak, karşımıza Helen ve Paris'in mehtaplı gecelerde baş başa oturup, boğazın pırıl pırıl sularını doyasıya seyrettikleri batı surlarına çıkalım. Burada bir duvar veya taşın üzerine oturarak biraz yorgunluk çıkararak Kara Menderes (Skamender) Ovası'nı ve boğazın girişini seyretmek insana inanılmaz hazlar verecektir. Oturduğumuz yerden batıya ufuk hattına baktığımızda orada Beşike Limanı'nı bir siluet gibi görürüz. Bir güzel uğruna,üzerinde orduların ve kahramanların kıyasıya savaştığı ovayı ve onun gerisinde yer alan Akhılleus ve Hektor'un mezarı ile Boğazın Ege Suları ile buluşmasını seyretmek insana bir an için sonsuz bir haz vermekte ve o eski hikayenin yaşandığı günlere sürüklemektedir. Birazcık olsun o eski günleri düşledikten sonra, gezimize devam etmek zorundayız. Surların üzerine çıkarak, kutsal alanı, Helenistik Döneme ait duvarı ve VI. Troya'ya ait surları yeniden görelim.
Erken Bronz Çağı'na ait bu yerleşmede öncekinden farklı bir yaşam biçimi geliştirilmemiştir. Bu dönemde de dört farklı bir yaşam evresi saptanmıştır. M.Ö. 2200-2050 yılları arasında 150 yıllık bir kültür dokusu bulunmaktadır. Troya II evresinde olduğu gibi evlerin tabanı çamurla sıvanmıştır. Bu dönemde de eski gelenekler devam ettirilmiştir.
M.Ö. 2050-1900 yılları arasında hüküm süren bu dönemde beş ayrı evrenin izleri saptanmıştır. Ele geçen buluntulardan, Troya VI halkının Ege Adaları ve Anadolu ile yakın ilişkiler içinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu dönemde konutlar yan yana ve bitişik düzende yapılmış olup tabanları sıkıştırılmış toprak kaplıdır. Bu konutların avlularında kubbeli fırınlara rastlanmaktadır. Bu dönemde de üretim ve dokumacılık oldukça artmıştır. IV Troya dönemde beslenme zincirine deniz kaplumbağaları da katılmıştır.
Bu tabaka Erken Bronz Çağı'ndan Orta Bronz Çağı'na geçişi oluşturmaktadır. Bu çağda (M.Ö. 1900-1800) Troya halkı Ege Adaları ile olan ilişkisinin yanı sıra Kıbrıs ile de yakın ilişkiler kurmuştur. Sur duvarı yapımında bir önceki dönemlerde olduğu gibi, alt bölümlerde taş üst bölümde ise kerpiç kullanılmıştır. Bu dönemde konutlar daha düzenli yapılmıştır.Konutların üç tarafında küçük odalar ve duvar diplerinde ise seki veya yatak alanı olarak düzenlenmiştir. Bu dönemde de kubbeli fırınlar kullanılmıştır. Evlerden birinin tabanında, hokker durumda gömülü bir çocuk iskeleti kalıntısı saptanmıştır. V. Troya döneminde, avcılık giderek azalmış ve evcil hayvanlara olan beslenme düzeyi daha da artmıştır. Bu dönemde çömlekçi çarkında seramik üretimi daha da artmıştır. Çömlekçi çarkının kullanılması, kapların daha düzgün ve simetrik biçimli olarak üretilmeye başlanmıştır. Artık kimi kaplarda, beyaz dolgularla süslenen bezemeler görülmektedir.
Bu kapı Troya VI surlarının batı bölümünde ve kutsal alana çıkan bölümde yer almaktadır. Hemen önünde Helenistik Döneme ait duvar yapısı bulunmaktadır. Hikayeye göre Troyalılar Akhaların yaptığı tahta atı bu kapıdan içeri soktular ve buda onların sonu oldu. Bu duvarın yapı tekniği doğu sur duvarında olduğu kadar kalın ve sağlam değildir. Büyük bir olasılıkla Akhaların tahta atı içeri almak için bu kapıyı söktükten sonra, yuvarlak ağaç kütükler üzerinde sürüklenerek içeri alınmış ve bunun ardından bu duvar acele ile örülmüştür.
Kutsal alana inmeden önce güney yönde görülen yapıdır. Kuzey güney yönde yer alan bu yapının duvar tekniği de, doğuda yer alan sur duvarları ile aynıdır. Büyük taş bloklarla örülmüş olan bu duvar içe doğru eğimli olup, her beş altı metrede dişler oluşturulmuştur. Duvarın uzunluğu 27 metredir. L şeklinde bir plana sahip olan bu saray yapısının batı yönünde kiler olarak kullanılan iki küçük oda bulunmaktadır. Ayrıca 5x13 metre boyutlarında büyük bir salonu bulunmaktadır. Salonun bat duvarı dibinde toprağa gömülü olarak erzak küpleri sıralanmaktadır. Bu özelliği onun VII a Troya döneminde de kullanılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Odanın kuzeyinde bulunan bir bölümde mutfak olarak kullanılmıştır. Ele geçen bazı buluntulardan evin iki katlı olduğu anlaşılmıştır. Evin boyutları, höyüğün en üst noktasında ve ovaya hakim bir noktada yer alması, bu konutun bir saray olarak hizmet verdiğini göstermektedir.
Troya IV evlerinin eyvanlarında saptanan kubbeli fırın yapısını, Troya'nın bitişiğinde yer alan Tevfikiye-Hisarlık Köyü'ndeki konutların bahçelerinde de görmekteyiz. Günümüzde, köy halkı ekmek ve buna benzer şeylerini evlerinin içinde yer alan ocaklar yerine bu fırınlarda pişirmektedir.
Troya VIII'ya ait kalıntıları yakinen görmek için batıya doğru patikayı izlediğimizde, Troya VI'nın surlarının dışına çıkılarak kutsal alanın olduğu yere ulaşırız. VII b-2 Troya tabakası (M.Ö.1190-1100) yıkıldıktan sonra, Troya höyüğünün çok uzun bir zaman diliminde boş kaldığı görülmektedir. Ancak, M.Ö. 8.yüzyılın başlarında oluşan göçlerle, Marmara Denizi kıyılarında oluşan yeni iskanlarla birlikte Troya'da da yerleşim görülmeye başlanır. İlion olarak bilinen bu yeni tabaka, eski kültürlerin üzerine kurulan yeni bir köy özelliğindedir. Bu dönemin mimari yapısı hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Bu dönemde daha basit konutlar kullanılmıştır. Bu dönemde, yakın çevredeki kentlerle çok yakın ilişkiler kurulmuştur. Kazılarda ele geçirilen buluntular bu savı doğrulamaktadır. Buluntular arsında yer alan, fibula, adak olarak yapılmış taş heykelcikler, ağırşaklar ve pişmiş toprak kaplar, VIII Troya halkının çevre kültürlerle ticari ilişkisini sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.
Troya VI'ya ait sur duvarının hemen önüne (batı) yapılmış olan Helenistik Dönem duvarının önünde ve biraz derinde kutsal alan bulunmaktadır. Bura da Helenistik Dönemde yapılmış dörtköşe planlı bir sunak görürüz. Sunak kazılar sırasında çok harap bir şekilde bulunduğu için Blegen'in kazısı sırasında (1958)restore edilmiştir. Yapının hemen bitişiğinde kurban kesme yeri vardır. Altında “şimdi gözükmeyen” kanın akışını sağlayan bir kanal bulunmaktadır. Aşağı temenos olarak adlandırılan kutsal alanda iki kuyu vardır. Daha batıda yer alan dikdörtgen formlu kuyu alanın su ihtiyacını karşılamaktaydı. Yuvarlak biçimli olan kuyu diğerine göre daha az derindir. Kutsal Alandaki büyük sunak Helenistik Dönemde (M.Ö. 4. Yüzyıl) yapılmış ve İmparator Augustus Döneminde yükseltilerek üst bölümü mermer plakalarla kaplanmıştır.
Helenistik Dönem sunağının doğu yönünde görülen kuzey güney doğrultuda uzanan duvarda bu döneme aittir. Duvarın doğusunda yer alan duvar kalıntısı da Troya VI'ya ait sur duvarlarıdır. Akhalara ait tuzak at, büyük bir olasılıkla burada bulunan VI U kapısından “bu kapı at içeri alındıktan sonra, kapı acele ile onarılmıştır” içeri alınmıştı.
Kutsal alandan çıkıp güneye doğru ilerleyecek olursak, sağ bölümde (güney) Roma Dönemine ait bir hamam kalıntısı bulunmaktadır. Yapı oldukça “temellerine kadar” harap olmuştur. Tabanda görülen kimi mozaik kalıntı hamamın soğukluğunun mozaik ile kaplı olduğunu göstermektedir. Sıcaklık (calderium) bölümün duvarları belirli bir seviyeye kadar mermer plakalarla kaplıydı. Tabana ait bazı mozaik parçaları, müze olarak düzenlenen kazı evinde sergilenmekteydi. Bu parçalar büyük bir olasılıkla Çanakkale Müzesi'ne taşınmıştır.
Troya VI güney sur duvarları da, doğu sur duvarları gibi hafif geriye çekme tekniği ile ve belirli aralıklarla diş yapacak şekilde inşa edilmiştir. Yüksek düzeydeki güçlendirilmiş yapısı ile, VI T (Dardanos Kapısı) burada bulunmaktadır. Kapı düz bir aralık ve iki yanında kuleler ile desteklenerek yapılmıştır. Bu şekli, VI Troya'nın yapı tekniği ile pek örtüşmemektedir. Dardanos Kapısı, Homeros'un İlyada da sıkça söz ettiği, Troyalı savaşçıların girip çıktığı kapıdır. Kapının girişinde sol (batı yönde) VI İ kulesi bulunmaktadır. Bu kule dört köşe planlı olup, sur duvarına sonradan ilave edilmiştir.Yakından bakıldığında, kulenin duvar tekniği ile sur duvarının yapı tekniğinin ayrı olduğu görülür. Kule 5,70x6 metre boyutlarında bir oda şeklindedir. Bu odaya iç taraftan açılan bir kapı ile girilmekteydi. Odanın ortasında kare biçimli bir yapı bulunmaktadır. Büyük bir olasılıkla bu bir sunaktır. Troyalı savaşçılar, savaşa gitmeden önce bu sunağın başına gelerek, tanrılar için gerekli i sunumlar ve törenler yapmaktaydı. VI. T kapısından girildiğinde, biraz ileride iki yol bulunmaktadır. Kuzeye doğru devam eden höyüğün içine yönelmektedir. İkinci ve kısa olanı ise, bir tapınak görünümündeki sütunlu eve (pillar house) ulaşmaktadır. VI T kapısından içeri girilip kuzeye yöneldiğimizde zeminde üzeri taş plakalarla kaplı bir kanalizasyon sistemi görülmektedir. Bu yol biraz ileride ikiye ayrılmakta, batıya yönelen kısa yolun başında VI Troya'nın en büyük evlerinden bir olan Direkli Eve ulaşılır.
Dardanos Kapısı'nın batı yönünde, güney duvarı sur duvarına bitişik olarak tapınak görünümünde olan Direkli Ev yer almaktadır. 12x26 metre boyutlarda olan bu ev Troya VI'nın en büyük evlerinden biridir. Bu ev VI ve VII A Troya döneminde de kullanılmıştır. Evin salonunda iki adet taş direk bulunmaktadır. Halen ayakta olanı, C.W.Blegen tarafından restore edilmiştir. Yapıda ve batı yönde kapıları büyük salona açılan üç küçük odası ve doğu yönde ise bir mutfağı bulunmaktadır. Bu küçük odalarda erzak küplerinin olması odaların kiler konumunda olduğunu kanıtlamaktadır. C. W. Blegen, Troya VI'nın bu gösterişli evini bir evden çok bir mabede benzetmektedir. Evin (tapınağın) sur duvarına yakın olan güney duvarı, VI. Troya'nın diğer evlerinde olduğu gibi diğer yönde yer alan duvarlarından daha kalındır. Bu evin iki tarafında küpleri ve tuvaletleri ile VI Troya evleri bulunmaktadır. Direkli evin kuzey yönünde orijinal planlı 630 nolu ev bulunmaktadır. Alt yapısı küçük taşlarla yapılmış olan bu ev 5 ayrı mekandan oluşmaktadır. M.Ö. 1700 tarihlenen bu evin salonu T şeklinde bir duvarla ayrı bir bölüm haline getirilmiştir.
Odeon, Troya VI'nın güney sur duvarları ile Direkli Evin sur duvarına paralel olarak uzanan duvarının üzerine oturmaktadır. IX.Troya dönemine ait olan bu yapı genel olarak daha iyi korunarak günümüze kadar ulaşmıştır. Büyük bir olasılıkla üstü kapalı olarak planlanan bu yapıda, konserler ve küçük gösteriler yapılmaktaydı. Sahne binasına ait duvarlar tamamıyla yok olmuştur. Yarım daire şeklinde bir plana sahip olan Odeon'un iki kapısı bulunmaktadır. Toprak yüzeyinde görülen ve oldukça aşınmış olan eşik taşları bunu doğrulamaktadır.
Odeon'dan ayrılıp yeniden doğuya yöneldiğimizde, VI. T kapısının hemen yanında ve yine Troya VI surlarının üzerine yapılmış olan meclis binasının temelleri ile karşı karşıya geliriz. Önde, dörtgen şeklinde bir giriş hölü, arkada ise yarım daire şeklinde orkestra bölümü bulunmaktadır. Oturma basamaklarının (Cavea) tümü yok olmuştur. Giriş holüne ait eşik taşı VI. Troya sur duvarı üzerine oturmaktadır. Eşik taşlarını günümüzde yerinde görmekteyiz.
Sonuç olarak Troya'yı ziyaret edenler açısından, başlangıçla bitiş arasındaki mesafe oldukça kısa olmasına karşın, insanın tarih içindeki yürüyüşü ise oldukça uzun (yaklaşık 5000 yıl) bir yolculuktur. Atılan her adımda, insan oğlu tarihin bir başka evresini yaşar gibi oluyor. Anadolu'da ziyaret edilen antik kentlere göre, ziyaretçi oralarda olduğu gibi çok ihtişamlı yapıların varlığını hayal edip o tür yapıları görmek isteyebilir. Ancak;Troya'yı gezerken derinlemesine bir inceleme yapıldığında, Troya'nın o muhteşem kültür ve medeniyet yapısını anlamak ve izlemek daha rahat olacaktır. Günümüzde tahta atın olduğu alanda bazı buluntular sergilenmektedir. Bu tahta at 1977 yılında İda (Kaz) Dağı'ndan getirilen ve güzellik yarışmasının sıcak esintilerini taşıyan çam ağaçlarından hazırlanan kereste ile yapıldı. Tapınak görünümündeki üst bölümüne çıkanlar, oradan Troya'yı kuş bakışı izleme olanağını bulurlar. 1980 yılı başlarına kadar burada bir müze bulunmasına karşın, üzülerek belirtelim ki bu müze hiçte yerinde olmayan bir karar ile buradan kaldırılmıştır. Başlangıçta kazı evi olarak planlanan bu yapıda, Troya'da ortaya çıkarılan birçok buluntuyu daha rahat ve yakinen incelemek olanaklıydı. Öreni gezen ziyaretçi, müzeyi gezerken Troya'nın geçmişi ile kendisi arasında daha canlı bir bağ kurabiliyordu. Çanakkale Müzesine daha çok ziyaretçi gelsin diye, Troya Müzesi'nin kapatılması yukarıda belirttiğim nedenlerle pek yerinde olmamıştır. Müzenin kapatılması yönünde alınan bu kararın, ne derece doğru olduğu konusundaki yorumu sayın ziyaretçilerin takdirine sunuyorum. Müzenin kapatılmış olması ne denli üzücü olsada, günümüz Kültür Bakanı sayın Ertuğrul GÜNAY'ın buraya yeni bir müze yapılması konusunda karar vermiş olması da o denli sevindiricidir. Bu arada Troya'ya ait önemli bazı buluntuların da yeniden kendi topraklarına kazandırılması konusunda yapılan girişimlerin sonuç vermesi de müthiş güzel bir başarıdır. Bütün bu çabalarından dolayı, sayın Ertuğrul GÜNAY ve ekibini candan kutluyor ve saygılarımı sunuyorum.