Efes, tüm insanlığın ortak malı olan bir antik kent olma özelliği ile günümüz insanına bir değerler zincirini aktarmaktadır. Dünyanın en güzel ören yerlerinden biri olarak ziyaretçilerle geçmiş arasında bir bağ oluşturmaktadır. Böyle bir kültür varlığını, yaşamın o ince detayı içinde bir an olsun yaşamak, görmek ve tanımak bulunmaz değerlerden biridir.
Efes’te, bu değerlerin en güzel ve en değerli örneklerinden biridir. Antik dünyanın çok önemli kentlerinden biri olan Selçuk-Efes Kenti Küçük Menderes (Kaystros) Nehri’nin Ege Denizi’ne ulaştığı körfezin hemen güneyinde kurulmuştur. Efes, bütün antik yazarlarında değindiği gibi döneminin çok önemli bir ihracat ve ithalat merkezi konumundaydı. Devlet agorası, kent agorası ve limanı ile bu işi en iyi biçimde hayata geçirmiştir. Bu nedenle halkın genel ihtiyaçları için de gerekli yasalar ve kurallar oluşturulmuştu. Bu dönemde hazırlanan “Asia Eyaleti Yasası” içinde birçok maddeyi içermekteydi. 1976 yılı, St Jean Kilisesi’nin yapılan restorasyonu sırasında ele geçirilen kolasal bir kitabe yaşamın hayata geçirilen en önemli tanıklarından biridir. Bu kitabe, taşa ilk yazıldığı yıllarda Efes’te hemen limanın giriş noktasında yer almaktaydı. Günümüzde ise Efes Müzesi arka bahçesinde sergilenmektedir. Kitabe, M.Ö. 75 yılında düzenlenen yasanın birçok maddesini yeniden kaleme alan maddeler içermektedir. Asia Eyaleti sınırları içinde, gümrük istasyonlarının konumu ve para sistemi gibi birçok önemli maddeyi içermektedir. Yasa hazırlandığı yıllarda, Anadolu’daki yeraltı ve yer üstü kaynakları yağmalanmaktaydı. Anadolu’dan elde edilen birçok değerler İtalya’ya taşınmaktaydı. Bu nedenle ünlü konuşmacı ve düşünür Çiçero “Asia Eyaleti, Roma Cumhuriyeti’nin altın eşeği idi” sözünü önemli konuşmalarından birinde söylemiştir. Bu yıllarda, Uzak Doğu ve Anadolu’da üretilen birçok değerli ürün Efes Limanı kanalı ile batıya pazarlanmakta veya götürülmekteydi. Bu amaçla Roma İmparatorluğunca M.Ö.150–75 ve 62 yıllarında yasalar çıkarılmış ve takip eden yıllarda bu yasalara ilave maddeler eklenmiştir.
Asia Eyaletinin Gümrük Yasası’nın giriş bölümü “Asia Eyaleti’ne denizden mal sokup çıkarmak için, karadan gelip eyalete ayak basan ve ayrılanlar ile çevre ülkeleri Kappadokia, Galatia ve Bithynia’dan gelip eyaleti dolaşanlar için gümrük yasası” diye başlamaktadır. Efes, tarih boyunca birçok ilklerinde başlangıç noktası olmuştur. Dünyanın yedi harikasından biri olan Efes Artemis Tapınağı, St. Jean Kilisesi ve İsa Bey Cami gibi yapılar. Ayrıca antik dünyanın en güvenli yolu olan Kral Yolu’nun başlangıç veya bitim noktasında yer almış olması. Pers İmparatoru Dareios I zamanında (M.Ö. 5 y.y) yapılan Kral Yolu’nun standardı oldukça yüksek ve o ölçüde de güvenlikliydi. Belirli aralıklarla yapılmış olan konaklama yerleri ile yolcuların rahatı ve gereksinimleri karşılanmaktaydı. Yaklaşık 2689 km uzunluğunda olan bu yolu, Persli Kuryeler 7 gün içinde aşabilmekteydiler. Tarihçi Herodot’a göre, ”Dünyada Persli kuryelerden daha hızlı seyahat edebilen başka bir şey yoktur.” demektedir. Ayrıca,”Ne kar ne yağmur ne sıcaklık nede gecenin karanlığı onların görevlerini yapmalarını engelledi” ifadesini kullanmıştır.
Efes, döneminin ve Anadolu’nun çok önemli bir ihracat ve ithalat merkezi konumundaydı. Bu özellikleri nedeniyle Efes, her dönemde birçok savaşa maruz kaldığı gibi, birçok doğal afet ile karşılaşmış ve bu nedenle de birkaç kez yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Bütün bu geçmişi ile birlikte Efes’i sadece bu günkü muhteşem kalıntıların bulunduğu yer olarak düşünmemek gerekir. Efes’in tarihçesini değiştiren en önemli olay ise 1996 yılı içinde Çukuriçi ve Arvalya(Gül Hanım) Höyüklerinde yapılan kazılar sırasında açığa çıkarılan kalıntı ve buluntular olmuştur. Buluntularla Efes ve çevresinin tarihçesi yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Höyüklerde ele geçirdiğimiz “bronz ve taş balta, bronz iğneler, açkılı seramik parçaları, kerpiç kalıntıları, ağırşaklar, obsidiyen(volkanik cam) ve sileks (çakmak taşı) buluntuları bu yörede yaşamın Neolitik Dönem’den (M.Ö. 5500) itibaren var olduğunu kanıtlamaktadır.
Ayrıca 1990 yılından itibaren Ayasuluk Tepesi güneydoğu sur duvarı bitişiğinde yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan buluntular da, burada Erken Tunç Çağı’ndan itibaren yerleşim alanı olarak kullanıldığı saptanmıştır. Buluntular arasında Geç Tunç Çağı’na tarihlenen kimi buluntular ise burada büyük bir olasılıkla bir Hitit Dönemi yerleşkesi olduğunu söylememizi sağlamıştır. Bilindiği gibi Apasas Kenti, Hitit kaynaklarında Arzava olarak adlandırılan bir memleketin başkenti olarak geçmektedir.
Efes ismi, büyük bir olasılıkla Apasas isminin (Efes) hellenize edilmiş biçimidir. Bütün bunların yanında, ilkçağ yazarlarından Pausanias ve Strabon, Efes kentinin Amazonlar tarafından kurulmuş olduğunu yazarlar. Ünlü tarihçi Herodot ise Efes’in yerli halkının Karlar ve Lelegler olduğunu yazar. Lelegler ve Karların yaşadığı bu topraklara M.Ö. 10. yüzyılda, Yunanistan’dan yeni kabileler gelip yerleşmeye başlar. Bir söylenceye göre, Kral Kodros’un oğullarından biri olan Androklos, Efes kentini Artemis Tapınağı’nın batısında ve Ege Denizi kıyısında bulunan Koressos Tepesi’nin bulunduğu yere kurmuştur. Kent diğer İon yerleşkeleri gibi M.Ö.10. yüzyılda kolonize edilmiştir. Dor göçleri ile birlikte Anadolu’da İon ve Aiolis gibi bölge isimleri ortaya çıkmaya başlar. Efes’inde içinde bulunduğu İonya Bölgesi, Asur yazıtlarında “Yavnai”, Tevrat’ta “Yavan” ve Pers kaynaklarında ise “Yauna” olarak geçmektedir.
Strabon ve Pausanias’a göre, Androklos Anadolu’ya geçmeden önce, Delfi’deki Apollon bilicisine uğrar, yolculuğu ve gideceği yerde kenti nereye kurması gerektiğini danışır. Bu söylenceye göre, Androklos ve arkadaşlarına “bir balık ve bir domuz yol gösterecektir” der. Androklos ve arkadaşları Koressos Tepesi’nde kıyıya vardıklarında çok bitkin ve acıkmış haldedirler. Karınlarını doyurmak için balık tutarak bir ateş yaktıklarında, tavadaki kızgın zeytinyağından otların içine düşen balık otların tutuşmasına neden olur. Yanan otların içinden çıkan bir domuz koşmaya başlar ve Androklos onu oracıkta öldürür. Androklos, bilicinin kehanetinin gerçekleştiğini düşünür ve domuzu öldürdüğü yer olan Koressos Tepesi’ne Efes Kenti’ni kurar. Bu tepe, Efes ören yeri kuzey girişinde ve stadyumun hemen batısında yer alan tepedir. Helenler buraya geldiklerinde, Anadolu’nun her yerinde tapınılan ana tanrıça olan Kybele’yi baş tanrı olarak buldular ve Artemis’i onunla bir tuttular ve ona tapınaklar yaparak tapındılar.
Pessinus (Ballıhisar Köyü) ve Sardis gibi antik kentlerde görülen Artemis Tapınakları bunlardan bazılarıdır. Dünyanın yedi harikasından biri olan Efes Artemis Tapınağı da (günümüzde İngiliz Çukuru olarak anılan bu alan da maalesef çok fazla bir şey kalmamıştır) bunlardan biridir. Efes Anadolu’nun en eski ana tanrıçası olan (Kybele) geleneğine dayalı Artemis Kültünün en büyük merkezi durumundaydı. Bu nedenle bu kültün en büyük tapınağı burada yapıldı. Efes, Androklos’un ölümünden sonra 400 yıllık karanlık bir dönem yaşamıştır. Efes Kenti ve çevresinde son yıllarda yapılan araştırmalarla, bu döneme ait oldukça önemli veriler ele geçirilmiştir. Efes’in, Geometrik Dönemi hakkında, fazla bir bilgiye sahip değildik. Ancak; 1995 yılında Selçuk merkezinde St. Jean Kilisesine çıkan yolun başlangıcında “3447 parsel” yapılan kazıda açığa çıkarılan mezarlar ve bu mezarlara ait buluntular, yörenin Geometrik Dönemi hakkında yeni değerlendirme yapmamızı sağlamıştır. Selçuk-İzmir yol kodunun yaklaşık 3 m altında 8 adet mezar “biri kremasyon” bulunmuştur. Biri hariç tümü bayanlara ait olan bu mezarlarda iskeletler doğu ve batı doğrultuda uzanmaktaydı. Mezarlarda ele geçirilen buluntuların dışında, parselde dağınık olarak ve mezar içi buluntuları ile çağdaş olan Geç Geometrik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans ve Beylikler Dönemi buluntularına rastlanmıştır. Kemik üzerinde yapılan inceleme sonucu, 1 ve 2 nolu mezarlar 22 yaşlarında, 4 ve 5 nolu mezarlar ise yaklaşık 55 yaşında ki bayanlara, 3 nolu mezar ise 55–60 yaşlarındaki iri yapılı bir erkeğe aittir. Ölüm nedenleri konusunda fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ancak bütün bu mezarların, olasılıkla daha sonraki dönemlerinde karıştırıldığını ve kimi eserlerin bu nedenle yerlerinden alındığını ve bazılarının da parçalandığını söyleyebiliriz.
Efes Kenti, M.Ö. 7. yüzyılda Kimmer saldırılarına maruz kalmıştır. Efes Müzesi, Artemision buluntuları salonunda sergilenen fildişinden yapılmış olan bir koç figürü bu görüşü doğrulamaktadır. Efes Kenti, kısa süren Kimmer saldırılarından sonra, çabucak toparlanır ve güçlenmeye başlar. Efes, M.Ö.6.yüzyılda en parlak dönemlerini yaşar. Bu dönemde, Efes’te birçok ünlü kişi yetişmiş ve buranın eğitim ve kültürel yapısına katkıda bulunmuşlardır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Herakleitos (Bilge), Artemidoros (Rüya Tabircisi), Callinos (Şair), Hipponaks (Şair), Zenedotos (Gramer bilgini), Soranos ve Rufus (Hekim). Herakleitos, bir bölümü günümüze ulaşan “Doğa” adlı eserini burada yazmış ve Efes Artemis Tapınağı’na armağan etmiştir. Efesli hekim Rufus ise tıp dalında oldukça önemli çalışmalar yapmıştır. Göz ve göz lensleri hakkında detaylar, lepra ve uyuz hastalığının ayrıntılı tanımını yapmıştır. Özellikle, nabız, böbrek ve mesane yolları rahatsızlığı konusunda isabetli tedaviler uygulamış ve “mesane yolundaki taşlar için ameliyat” önermiştir.
Efes bütün bu özelliklerinin yanı sıra, Ege Denizi’ne açılan limanı ile Lidya Kralı Kroisos’un (Krezüs) ilgisini çekmiş ve sonuçta M.Ö. 560 yılında kenti kuşatarak egemenliği altına almıştır. Lidyalılar kenti ele geçirdiklerinde Artemis Tapınağı (M.Ö. 561–546) henüz tamamlanmamıştı. Kroisos, Tanrıça Artemis ve Efeslilerin gönlünü kazanmak için kabartmalı sütün tamburları “Kral Kroisos sundu yazıtlı” ve altından yapılmış dana heykelini tapınağa armağan etmiştir. Kroisos (Krezüs), Koressos ve çevresinde ikamet eden Efeslileri Artemis Tapınağı çevresinde oturmaya zorunlu kılmıştır.
Pers Kralı Kyros’un, Lidya Kralı Kroisos’u Kızılırmak(Halys) Nehri kıyısında yenmesi üzerine Efes sonuçta Pers egemenliği altına girmiş oldu. Pers egemenliği altında ki Efes ve diğer İon kentlerindeki yaşam kalitesi fazla değişmedi. Ancak halkın Perslere karşı genel hoşnutsuzluğu giderek yükselmeye başladı ve sonuçta halkı isyan aşamasına kadar getirdi. Özellikle Kral Kambyses ve Dareios zamanında artırılan vergiler halkı canından bezdirecek boyutlara ulaştı. Bu nedenle İonyalılar M.Ö. 500 yılında kendi aralarında birleşerek, tarihe İon Ayaklanması olarak geçen isyanı başlatırlar. Bu ayaklanma ile Pers Satraplığının merkezi olan Sardis’i çatışmasız olarak ele geçirirler. Çatışmasız olarak ele geçirilen kenti taş taş üstünde kalmamacısına yakıp yıkarlar. Öfkelerine yenik düşen işgalciler, Kybele Tapınağı’nı bile yerle bir ederler. İon Ayaklanması, M.Ö. 494 yılında İon Donanmasının Lade adası (Milet önünde) yakınında Perslere yenilmesi ile son bulur. Persler bir süre sonra İonya Bölgesini ele geçirir ve İon kentlerini yağmalar ve yakıp yıkarlar. Efes’in bu konumu, Büyük İskender’in, M.Ö.334 yılı ilkbaharında öncü kuvvetler ile Çanakkale Boğazını geçerek, Granikos (Biga) Çayı kıyısında Pers Kralı Dareios’u mağlup edip Anadolu’yu ele geçirmesiyle son bulmuştur. Büyük İskender M.Ö.334 yılı içinde hiçbir direniş ile karşılaşmadan Efes’e girdi. Efes’te Oligarşiye son vererek halk egemenliğini kurarak, kendi yüzünden kentten kovulanları geri getirtmiştir. Efeslilerin Perslere ödediği tüm vergi ve harçların bundan böyle Artemis Tapınağı’na ödenmesini emretmiştir.
Efes, Büyük İskender’in Bağdat’ta ani ölümü üzerine kısa bir süre karanlık M.Ö.287 yılında Lysimakhos’un egemenliği altına girmiştir. Lysimakhos, Pion (Bülbül) Dağı önemli yapılar ile donatır, çevresini güçlü sur duvarları ile çevirtir ve kentin adını Arsione (karısı) olarak değiştirir. Bu isim kısa süreliğine kullanılır ancak bu isim fazla rağbet görmemiştir. Efes ve çevresi yaşlı kral Lysimakhos’un, Seleukos’a Korou Pedion (Manisa) Ovası’ndaki savaşta yenilmesi üzerine bölge Seleukos’ların egemenliği altına girmiştir. Seleukos II Antiokhos, Mısır Kralı Ptolemaios’un kızı Berenike ile evlenmek için karısı Leodike’yi boşar ve onu Efes’e sürgüne gönderir. Ancak daha sonra M.Ö. 246 yılında eski karısı Leodike’nin peşinden Efes’e gelir. Bir süre sonra karısı tarafından zehirlenerek öldürülür. Bu nedenle II Antiokhos’un Selçuk-Belevi Beldesi yakınlarındaki Belevi Mezar Anıtı’na gömüldüğü sanılmaktadır. Efes M.Ö. 196 yılında III Antıokhos tarafından yeniden ele geçirildi. M.Ö 188 yılında yapılan Apemeia (Dinar) Barışı ile bölge ve Efes Kenti Bergama Krallığı’nın egemenliği altına girmiştir. Bergama Krallığı M.Ö. 133 yılında Kral III. Attalos tarafından vesayet yolu ile Roma İmparatorluğu’na bağlanınca, Efes’te doğal olarak Roma egemenliği altına girmiştir. Efes M.Ö. 88 yılında Pontus Kralı Mitridates’in saldırısına uğrar. Bu saldırı sonucu, kentte barınan 40,000 Romalı asker kılıçtan geçirilir. Bu katliamın sonunda, Roma İmparatoru Sulla ile Mithridates arasında Çanakkale yakınlarındaki Dardanos ta yapılan antlaşma ile barış sağlanmıştır. Efes M.Ö. 27 yılında Roma Senatosunun aldığı bir karar ile Asia Eyaletinin başkenti olarak kabul edilir. Afrika Eyaleti ile birlikte senatonun kabul ettiği beş büyük eyalet merkezinden biri olmuş ve Roma valilerinin sürekli ikamet ettikleri önemli bir yer olmuştur. İmp. Trajan M.S. 114 yılında ve İmparator Hadrianus M.S. 123 ve 129 yıllarında Efes’e iki kez gelmiş ve yavaş yavaş dolmaya başlayan limanın onarımı için parasal destek sağlamıştır. Ayrıca; İmp. Constantius’un kuzenleri olan Gallus ve Julius Augustus, M.S. 354 yılında Efes’e gelmiştir. Dönek İmparator olarak da tarihe geçen Julian Augustus M.S.350 yılı ocak ayında çok soğuk ve karlı bir günde 300 millik bir yolu kat ederek İzmit’ten Bergama’ya gelmiş ve Dr. Oribasius’un evine konuk olmuştur. Julian, karlı ve fırtınalı bir günde de Ecebolius ile birlikte. Efes’e gelir. Julian ve arkadaşlarını, Efes’in valisi ve meclis üyeleri kentin girişinde karşılar. Vali “Çok soylu Julian’ı karşılamak bütün Efes için bir şereftir” der ve yanındaki kişilerden birine Julian’ın üzerindeki karları silkelemesini emreder. Prens Julian Augustus henüz 19 yaşında Efes’e gelir ve Maximus’un yanında Mitras kültü ile ilgilenmeye başlar. Bütün bu önemli kişilerin yanı sıra, Halife Süleyman’ın başkomutanı Mesleme 716–717 kışını Efes’te geçirmiştir. Alman İmparatoru 3. Konrad’da 1147 yılında Efes’i ziyaret edenler arasında yer almaktadır.
Efes, M.S. 263 yılında Kırım’dan gelen Gotların saldırısına uğramıştır. Got kralları Respa, Veduco ve Tharuaro önderliğindeki ordular Ege kıyılarına saldırırlar. Bu arada özellikle depremler sonucu ekonomik ve askeri gücü zayıf düşen Efes’i ele geçirdikten sonra yağmalar ve halkının bir bölümünü kaçırarak köle olarak satarlar. Got saldırılarından sonra, Efes Roma Dönemi’nde, İskenderiye’den sonra doğunun ikinci ve tüm imparatorluğun ise beşinci büyük kenti olur. Kentte oldukça önemli dini ve sivil mimarlık yapı örnekleri bulunmaktaydı. Bunlar, Augustus, Domitian, Hadrianus, SerapisTapınakları, Kent Agoraları, Tiyatrolar, Stadyum, Gymnasionlar, Hamamlar, Çeşmeler, Yamaç Evler, Kütüphane, Caddeler ve Su ile ilgili yapılar. Her yer ve her dönemde olduğu gibi Efes’te de su ve su ile ilgili yapılar çok önemli bir yer tutmaktaydı. Bu amaçla Efes’e, Belevi, Şirince, Kuşadası ve Çamlık yönünden su getirmek için kemerler ve kanallar yapılmıştır. Selçuk merkezde Şirince Köyü yönünde büyük bir bölümü ayakta kalan su kemerleri ile yine Çamlık Köyü yönünde yer alan Derbent (Marnas) Çayı üzerinde yer alan su kemerleri, antik dönemde su ve su ile ilgili yapılara ne denli önem verildiğinin çok önemli kanıtlarıdır. Derbent Çayı üzerindeki su kemerinin yapımı için, Romalı olan Sextillus Pollio, karısı Ofillia Bassa ve çocukları gerekli olan parasal desteği vermişlerdir. Bu nedenle kentteki en önemli yapılar arasında, anıtsal yapıdaki çeşmelerde bulunmaktadır.
Pollio, Roma, Traian, Helenistik Çeşme ve Yamaç Evlerdeki soğuk ve sıcak su sistemleri gibi. Efes’e ulaşan içme suları genellikle aşırı kireçliydi. Kireçli ve tortulu su zaman içinde pişmiş toprak künklerde tıkanmalara neden olmuş ve bu tıkanmalara zaman içinde müdahale edilerek, tıkanmalar giderilmiş ve suların düzgün akışı sağlanmıştır. Özellikle Yamaç Evlerdeki su künklerinde tamir izlerine açıkça rastlamaktayız.
Efes’in Roma Dönemindeki nüfusu yaklaşık 200,000 kişi civarındaydı. Bu nüfusun varsıl kesimi kentin merkezinde, diğer bölümü ise yakın çevrede yaşamaktaydı. Selçuk merkez (3447 parsel), Tavşantepe, Damianus Stoa çevresi ve Acarlar Köyü yakın çevresinde yaptığımız kazılarda ele geçirdiğimiz buluntular bunu doğrulamaktadır. Eski Bodrum Yolu (Magnesia Kapısı), Damianus Stoa, Tavşantepe, St. Paul Tepesi, Şarapçıkuyu ve Çukuriçi çevresindeki mezarlar Efes Kentinin yayılma alanı konusunda az da olsa bilgi vermektedir. Bu denli yoğun nüfusun bir bölümü kent içinde ticaret ile uğraşırken büyük çoğunluğu tarım, bağ bahçe, hayvancılık, zeytin ve zeytinyağı üreterek geçimlerini sağlamaktaydı. Zeytin ağacı her dönemde olduğu gibi antik dönemde de kutsal kabul edilmiş ve bu ağaca gereken önem ve sevgi verilmiştir. Bu nedenle M.Ö. 5 yüzyılda zeytin ağacı devlet malı sayılmış ve kesimi yasaklanmıştı. Barışın, bolluğun ve bereketin simgesi olan zeytin ve zeytin dalı her dönemde kutsal sayılmış, sporculara armağan olarak verilmiştir.
M.Ö. 7 yüzyılda antik dünyanın en büyük yapısı olan Efes Artemis Tapınağı bir tapınma merkezi olduğu kadar, bir banka, ticaret ve üretim merkezi olarak görev yapmaktaydı. Tapınağa ait tarım alanlarının Küçük Menderes Nehri’nin en uç noktasına kadar ulaşması, ayrıca Barutçu ve Zeytinköy sınırları içinde kalan göllerde de balık üretimini elinde tutmaktaydı. Tapınak gelir kayıtları arasında, zeytin, zeytinyağı, tarım alanları ve göllerden elde edilen gelirlerin bulunması tapınak yetki alanlarının ne denli geniş olduğunu kanıtlamaktadır.
Bazı savaş yılları hariç, Efesliler genel olarak bolluk, bereket ve huzur içinde yaşamıştır. Efesliler bütün bu güzellikleri yaşarken, acaba bu insanlar baharı, yazı ve kışı nasıl yaşadı. Yapılan bütün araştırmalara karşın Efes’in mevsimleri hakkında herhangi bilgiye ulaşmak mümkün olmadı. Ancak; Efes’te varlıklı ailelerin yaşadığı konutlarda “Yamaç Evler” görülen banyo, tuvalet, hamam ve buna dayalı olan ısıtma sistemi “taban ve duvar içi” burada kışların oldukça soğuk ve çetin geçtiğini kanıtlamaktadır. Özellikle, C. Flavius Furius Aptus’a ait ev (6 nolu konut) ve buna bitişik olan konutta (7 nolu konut) gördüğümüz sıcak ve soğuk su sistemleri günümüz kent yaşam biçimine taş çıkartacak boyutlardadır. Bu konutlar, Çamlık Köyü yönünden gelen ve sürekli akan su sistemine sahipti. Derbent Çayı (Marnas) üzerinde yer alan su kemeri bunun çok güzel bir örneğidir. Efes’e her yönden ulaşan içme suyunun bolluğu, antik dönemde kar ve yağmurun yeteri kadar yağdığını kanıtlamaktadır.
Antik dünyanın çok önemli kişilerine ev sahipliği yapan Efes her dönemde de siyaset, bilim ve askeri alanda da çok önemli kişiler yetiştirmiştir. İşte bunlardan biri de C. Flavius Furius Aptus’tur 6 nolu konutun merasim salonundaki kaidenin silmesinde yer alan yazıtta bu kişinin ismi okunmaktadır. Bu kişi aynı zamanda Efes’te yönetici(alytarkhus) olarak görev yapmış ve burada düzenlenen oyunları en az bir defa (M.S.2 y.y) düzenlemiştir. Furius Aptus, Efes’te Dionisos Kültünde önemli bir yere sahipti. Bu özelliği yaşadığı evdeki bezemelerde de kendini açıkça göstermektedir. İki katlı ve ortadan aydınlatmalı (pillarhaus) olarak planlanan bu konut 950 m2 bir alana oturmaktaydı. Duvarlar oldukça ince ve kaliteli mavi mermer plakalar ve fresk, döşeme ise yine mermer plaka ve mozaik ile kaplıdır. Adanın güneyinde 2 nolu konutun başodası tonozundaki cam mozaik betimi “Dionisos, Ariadne, Kaz ve Tavus Kuşu ve asma yaprakları”, 4 nolu konutun tabanındaki betim “Dionisos” ve C. Flavius Furius Aptus’a ait evin duvarında yer alan betimler “Dionisos ve Müz” yukarıdaki savımızı doğrulamaktadır.
Efes bu güzelliklerin yanı sıra tarih boyunca da birçok depreme tanıklık etmiş ve yıkıma uğramıştır. M.S. 17, 262, 270 ve 365 yıllarında olan depremler en yıkıcı olanlarıdır. Yamaç evler özellikle M.S. 270 yılında oluşan deprem sonucu büyük yıkıma uğramıştır. 24 Ağustos 358 yılında İzmit kentinin yarısını yerle bir eden deprem, Efes ve çevresinde de etkili olur. Ayrıca M.S. 365 yılı temmuz ayında merkezi Girit adası olmak üzere ardı sıra 11 adet sarsıntı “Evrensel Deprem” oluşur. Bu depremler sırasında 1500 km çapındaki alanda yer alan bütün yerleşim birimleri yerle bir olur. Anadolu ve Yunanistan’daki birçok kent yok olmuştur. Libenius adındaki bir kişiye ait mezar taşında bu depreme ait kayıt konulmuştur. Çöken çatıların altında kalan iskeletler ve Constantius II’ye (M.S. 337–361) ait sikkelerin bu iskeletlerin yanında bulunmuş olması da bu görüşü doğrulamaktadır. Oluşan bu depremler ile Girit Adası yaklaşık 6 m yükselmiştir. Kıyıda, deniz seviyesinden 6 m yükseklikte yer alan fay katmanları da bu görüşü doğrulamaktadır.
Yamaç evler, plan olarak bitişik, çok katlı, ortadan aydınlatmalı oldukça ileri teknolojik sistemlere sahip bir yaşam alanıydı. Konutlarda yatak ve oturma salonları, tuvalet-banyo gibi alanların dışında, konutları ısıtmaya yönelik hamam bölümleri de bulunmaktaydı. Aydınlık alanlarda oluşturulan kuyularda çoğunlukla çatı suları da biriktirilerek gerektiğinde kullanılmaktaydı. Konutlarda duvarlar oldukça zengin fresk ve mermer plakalar, taban ise yine mermer plaka ve mozaiklerle kaplıdır. Konutlarda, yaşamın doğal akışı sırasında oluşan sorunlar “çatıların su alması, kanalizasyon ve su sistemi” konut sahiplerinin ortak yönetimi ile çözümlenmiştir. Konutların temiz su künklerindeki onarım izleri bunu doğrulamaktadır. Soğuk kış gecelerinde çevre dağlardan toplanan odunlar hamamlarda yakılarak konutların ve insanların ısınma gereksinimi karşılanmaktaydı. Konutların ısınma gereksinimi daha çok hamamda ısıtılan su ve onun buharının duvar içlerindeki borularda “künkler” dolanımı sağlanarak yapılmıştır. Efes’in varlıklı aileleri bu teknikle ısınırken, kenar mahalle ve mezralarda halkın nasıl ısındığı konusunda pek fazla bir şey söyleyemiyoruz. Ancak Anadolu’daki örneklerine bakarak onların da ocaklarda yakılan ateş veya mangalların etrafında toplanarak ısınmış olduklarını söyleyebiliriz. Isınma, günümüzde olduğu kadar, antik dönemde de oldukça zahmetli ve pahalı bir olaydı. Roma Dönemi Efes yerleşkesinin dışında şu ana kadar detaylı bir kazı çalışması yapılmadığı için, bu yörede yer alan konutların varlığı ve ısıtma sistemi hakkında detaylı bir bilgiye sahip değiliz. Efes’in iklim koşulları hakkında da fazla bir bilgiye sahip değiliz. Antik yazarlarda pek detay bilgi vermemektedir. Ancak, yağış yoğunluğunun oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz. M.S. 354 yılı kışında Bergama’dan Efes’e gelen Julian Augustus’un üzerindeki” karı” silkeleyecek kadar olması bu görüşü doğrular niteliktedir. Bunun en açık kanıtı da Ege Bölgesi’ndeki birçok antik kent gibi Efes’in limanı dolmuş ve kent denizden yaklaşık 6 km uzaklaşmıştır. Derbent (Marnas) Çayı, Arvalya (Kenkerios) Deresi ve Küçük Menderes (Kaystros) Nehri’nin taşıdığı alüvyonlar ile denizin dolması ve Efes Limanı’nın işlevini yitirmesi de bu görüşü doğrulamaktadır.
Hz. İsa çarmıha gerildiğinde ve M.S. 37–42 yıllarında havariler Kudüs’ten kovulduklarında, Efes’e önce St. Jean geldi. St. Jean Efes’e geldiğinde, Hz. İsa tarafından ona emanet edilen Meryem Ana’da yanındaydı. St. Jean, Efes büyük tiyatroda vaizler vermeye ve Hıristiyanlık propagandası yapmaya başlar. Burada halkın büyük tepkisi ile karşılaşır ve Meryem Anayı yanına alarak oradan uzaklaşır. Bu nedenle Meryem Ananın burada öldüğü ve buraya gömüldüğü kabul edilmektedir.
Takip eden yıllarda St. Jean, Efes Kilisesi’ne bağlı kiliselerin başına geçerek İncil’ini burada yazmaya başlar. Vasiyeti gereği, ölümünden sonra adına yapılan kilisenin apsisinin altına gömülür. Hıristiyanlığın yayılması ve gelişmesi yönündeki en önemli rolü St. Paulos oynamıştır. St. Paulos M.S. 53 yılında Efes’e gelir ve çalışmaları ile her gün taraftar toplamaya başlar. Yapılan eziyet ve işkencelere rağmen Hıristiyanlar kendilerini ve dinlerini kabul ettirmeyi başarırlar. Hıristiyanlık nihayet, M.S. IV yüzyılda Roma İmparatorluğunun resmi dini olur. M.S. 431 yılında 3. konsül toplantısı Efes’te ve Meryem Konsül Kilisesi’nde yapılmıştır. Bu yöndeki gelişmelerden sonra, Efesliler belirli aralıklarla bulundukları kenti terk ederek Ayasuluk Tepesi ve yakın çevresine yerleşmeye başlarlar.
Kilise, Aydınoğulları Beyliği Dönemi’nde bir süreliğine cami olarak kullanılmış ve narteksin girişine bir minare yapılmıştır. Ünlü gezgin İbni Batuta Efes ve St. Jean Kilisesi hakkında bize detaylı bilgi vermektedir. St. Jean Kilisesi’nin hemen batsına İsa Bey Cami yapılınca, kilise tamamıyla önemini yitirmiş ve 14. yüzyılın sonunda meydana gelen büyük bir depremde tamamıyla yıkıma uğramıştır. Efes, M.S. 7 ve 8. yüzyılda Arap akınlarına uğrar. Bu akınlar sonucu, İstanbul’u kuşatmadan dönen Halife Süleyman’ın orduları 716 yılı kışını Efes’te geçirmiştir. Arap akınları sonucu, kilise çevresine sur duvarları yapılarak kale ile bağlantısı sağlanarak buraya bir dış kale görünümü kazandırılmıştır. Kilise ve sur duvarlarının yapımı için Efes’teki birçok yapı (stadyum) sökülerek burada kullanılmıştır. Selçuklular Anadolu’yu ele geçirdikten sonra Çaka Bey komutasındaki birlikler M.S. 1304 yılında Efes ve çevresini kolayca ele geçirirler. Daha sonra Aydınoğulları Beyliği yöreye egemen oldu. Bu tarihten sonra, Efes isminin yerine artık Ayasuluk ismi kullanılmaya başlanır. Aydınoğulları Beyliği Dönemi’nde Ayasuluk yeniden parlak dönem yaşamaya başlar ve kentte birçok önemli yapı yapılır. ”Her şey geçicidir” diyen bilge Herakleitos’un Efes’i artık Aydınoğulları’nın egemenliği altında önemli bir ticaret merkezi olmuştur. İsa Bey Cami ve hamamı, bazı türbeler ve hamamlar bu dönemde yapılır. Kent mescit ve hamamlar ile donatılır. Artemis Tapınağı ve St. Jean Kilisesi çevresinde yoğunlaşan yapılara ait kalıntıları görmek mümkündür. M.S. 1375 tarihinde yapılan İsa Bey Cami de bu yapılardan biridir. Evliya Çelebi, Ayasuluk’a geldiğinde ilk olarak İsa Bey Cami’ni ziyaret ederek kitabesini kaydeder. Kitabede “Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla bu mübarek caminin inşa edilmesini büyük sultan, Millet fertlerinin maliki, İslam’ın ve Müslümanların sultanı, Devletin, dinin ve dünyanın medarı iftiharı, Aydınoğlu Mehmet oğlu İsa emretti. Tanrı mülkünü ebedi kılsın. Ali İbni Dımışkî yaptı ve bunu Şevval ayının 9 unda ve 776/1375 senesinde yazdı.
Efes, limanının dolması, sıtma ve malarya hastalıkları sonucu ekonomisi çökerek, kent terk edilmiş ve buradaki birçok yapı sökülerek (liman hamamları) bunlara ait mimari malzeme İsa Bey Cami’nin yapımında kullanılmıştır. İsa Bey Cami’nin, Özellikle çatıyı taşıyan sütunlar ve bir sütun başlığı liman girişindeki liman hamamlarından buraya taşınmış ve kullanılmıştır. Cami’yi doğu ve batı yönde ikiye ayıran ve çatıyı taşıyan granit sütunlar ibadet alanını iki nefli hale getirmiştir. İsa Bey Cami’nin iç mekânı 18 x 48 m gibi oldukça büyük bir alanı kapsamaktadır. Cami’nin batı cephesi oldukça görkemlidir. Taç kapı ve pencere üstü süslemeleri son derece zengindir. İsa Bey Cami XIX yüzyılın sonlarına gelindiğinde oldukça bakımsız durumdaydı. Hatta bu yüzyılın sonlarında bir süreliğine kervansaray olarak kullanılmıştır. Bu arada Mihrap’a ait bazı parçalar sökülerek İzmir’e götürülmüş ve Kestane Pazarı Cami’nin mihrabında kullanılmıştır. Cami,1895 yılında G. Nieman, 1934 yılında M.E.B. ve V. Müdürlüğü tarafından 1988 yılında da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. 2000 yılın da yapılan yenileme sırasında caminin batı cephesindeki mermerler aşırı derecede temizlenmiş ve orijini büyük ölçüde bozulmuştur. Aydınoğulları Beyliği, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından ele geçirildi. Bu fetih sonucunda varlığına son verilmiş olundu.
Günümüzde Selçuk-Efes ören yeri ile Anadolu’nun dünyaya açılan bir kapısı gibidir. Yılda ortalama 3,000,000 kişinin ziyaret ettiği ören yeri, gezenleri ile bütünleşmekte ve onlara sonsuz bir haz vermektedir. Kanımca dünyanın hiçbir antik kenti, görsellik açısından Efes Ören Yeri kadar doyurucu bir güzelliğe sahip değildir. Bu özellikleri nedeniyle yurdumuza gelen birçok devlet başkanı burayı ziyaret etmeden ülkelerine dönmemektedir. Selçuk-Efes bünyesinde barındırdığı kültür örnekleri ile “Artemis Tapınağı, St. Jean Kilisesi, Meryemana Evi,İsa Bey Cami ve Müze” eşsiz değerlerle sahiptir.Efes’te yaklaşık 130 yıldan bu yana yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan Magnesia Kapısı, Odeon,Meclis Sarayı, Devlet Agorası, Domitian Tapınağı, Kuretler Caddesi, Traian Çeşmesi, Hadrianus Tapınağı, Yamaç Evler, Latrina (Tuvaletler), F.Celcius Kütüphanesi, Kent Agorası, Aşk Evi, Büyük Tiyatro, Liman (Arkadianus) Caddesi, Gimnasionlar, Stadyum ve Hamam kalıntıları, gezenleri büyülemektedir. Efes, bu haliyle gezenin zevk alarak anlayacağı bir antik kent görünümündedir. Selçuk, Pamucak sahil bandında yer alan eşsiz güzellikteki kumsalı, turistik otelleri ve su parkları ile de dünyanın değişik ülkelerinden gelenlere huzurlu bir yaşam olanağı sunmaktadır.
Ayrıca, Selçuk (Efes) 8 km doğuda yer alan Şirince (Çirkince) Köyü otantik yapısı, elma ve şeftali kokuları arasında burayı gezenlere köy yemeklerinin nefis tatları sunulmaktadır.
Efes antik kentinde kazılar 1869 yılında İngiliz mühendis J.T. Wood başkanlığında Artemis Tapınağı’nda yapılmış ve ortaya çıkarılan birçok önemli buluntu İngiltere’ye taşınmıştır. Avusturya hükümeti adına Otto Bendorf, 1895 yılında kazılara başlamıştır. Otto Bendorf, yaptığı kazılar sırasında, Osmanlı Hükümeti’nden Efes’in büyük bir bölümünü satın almıştır. 1903 ve 1904 yıllarında R. Heberdey başkanlığında Celsus Kitaplığı’nın olduğu alan kazılmış, ortaya çıkarılan buluntular bu günkü yapıların ayağa kaldırılmasını sağlamıştır. Ancak; üzülerek belirtmek gerekirse, kütüphanenin önünde yer alan dört heykel, padişahın izni ile dört ata karşılık Avusturya ya armağan edilmiştir.
F. Celsus Kütüphanesi, V.M.Stroka ve F.Hueber tarafından başarılı bir şekilde restorasyonu yapılarak ön cephesi tamamlanmıştır. 1978 yılına kadar sürdürülen restorasyon çalışmaları dünyanın en güzel ve anlamlı örneklerinden biridir. Ancak ön cephede ki nişlerde yer alan “Bilgelik (Sophia), Karakter (Arete), Muhakeme (Ennoia) ve Bilgi ve deneyim (Episteme)“ heykelleri Avusturya ya götürülmüştür. Heykeller Viyana’daki Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Efes’teki kazı çalışmaları, 1 ve 2.dünya savaşları nedeniyle uzun yıllar kesintiye uğramıştır. Bu kesintinin ardından, Avusturya Kazı ekibinin Efes’teki kazı çalışmaları 1954 yılından itibaren kesintisiz olarak devam etmektedir.
Efes Müzesi,1924 yılında depo müze olarak,1964 ve 1976 yıllarında da bu müzeye yeni salonlar eklenerek bu günkü konumuna ulaşmıştır. Selçuk-Efes Müzesi’nde, Efes kazıları, ayrıca müze uzmanlarının Çukuriçi ve Arvalya Höyükte ele geçirdiği buluntular korunmakta ve sergilenmektedir. Ayrıca,1994 yılında bulunup şimdi mezar buluntuları salonunda sergilenen Didim buluntuları da Ege Bölgesi Bronz Çağı konusunda önemli ipuçları verecek boyutlardaki buluntular arasındadır.
Selçuk, günümüzde yakın çevresinde yer alan görkemli ören yerleri ve turistik tesislerin olduğu sakin ve güzel bir ilçe merkezidir. Selçuk-Efes, İzmir’e 80 km, Aydın’a 50 km ve Kuşadası’na 18 km uzaklıktadır. Pamucak sahil bandına ise 6 km uzaklıktadır. Selçuk’ta küçük bir hava alanı olduğu gibi, Menderes Havaalanına da yaklaşık 70 km uzaklıktadır. Selçuk, önceleri Kuşadası’na bağlı küçük bir nahiye iken 1 Ekim 1957 tarihinde ilçe merkezi olmuş ve Selçuk ismini almıştır. Selçuk kenti, bu özellikleri ile insan yaşamına dair her türlü rahatlığı sağlayabilecek konumdadır.
Yaptığımız araştırmalarda, Selçuk-Efes’in kışları konusunda detaylı bir bilgi elde etmek mümkün olmadı. Ancak canlı tanıklardan elde ettiğimiz bilgilere göre buraya yaklaşık 50 yıl önce kar yağmış. Bu nedenle, 31 Aralık 1992 günü yağan kar Efes’in tanıklık ettiği en önemli olaylardan biri olmuştur. Isınma sorunu günümüzde olduğu gibi antik dönemde de insanoğlunun en büyük sorunlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Efesliler, böyle karlı ve soğuk kış günlerini acaba hangi şartlar altında yaşadı. Yamaç Evlerdeki ısınma ve ısıtma sistemine baktığımızda bunun varlıklı aileler için pek sorun olmadığını ancak yoksullar ve sıradan vatandaş için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
31 Aralık 1992 günü Efes’in önemli yapılarını farklı bir mevsim görüntüsü içinde izleme olanağı bulduk. Bu görüntüler Efes’in kışını yaşamanın ne denli zor olabileceğinin ayrı bir görüntüsü. Kar, binlerce yıllık Efes’in yorgun yapı ve taşlarını beyaz bir ipek gibi sararak onlara daha farklı bir görüntü vermekte, insanın içini üşütmekte ve hüzün vermektedir. Julian Agustus (M.S. 361–363) henüz 19 yaşında iken ”354 yılında”, bir kış günü Efes’e geldiğinde, pelerininde biriken karın altında çok üşümüş olmalıydı ki, Yamaç Evler yaşam mekânı 6 da ki konuk salonuna alınarak ona sıcak bir ortam sağlanmıştı.
Şöyle bir dönüp geriye baktığımızda, insan yaşamının ne denli değişken olduğunu görmemek olanaksızdır. Ulaşım sisteminin bu denli hızlı olmadığı dönemlerde antik kentlerin yaşadığı değişkenliklere baktığımızda ve üstelik tarihsel değişkenlikleri içeren bir yapısı ile Efes’in buradaki yapısı ve içeriği oldukça farklılık göstermektedir. Tarih içindeki bu trafiği incelediğimizde Efes’in neler yaşadığını bir oranda öğrenmiş olacağız.
Anadolu, medeniyetlerin ve birçok ilklerin ana merkezi, tarihsel anlamda sonsuz bir bereketin kaynağı olmuştur. Maden yataklarını incelediğimizde yine yoların bizi Anadolu’ya çıkardığını görüyoruz. Bu değerler ışığında, madencilik ve endüstriyel ürünler Anadolu’dan yakın ülkelere yayılmıştır. Maden ustalarının olağanüstü yaratıcılık ve üstünlük göstermiş olmaları da bu düşünceyi doğrulamaktadır. Bu nedenle Ana Tanrıçadan, Kybele’ye oradan Artemis’e ve buradan da Meryem Ana’ya ulaşan bir din anlayışının Anadolu’da gelişmiş olmasını yadırgamamak gerekir. Bu anlayışın içine daha sonra ortaya çıkan bazı inanışları da sokabiliriz. Anadolu’daki birçok antik kent gibi Hacılar, Çatalhöyük ve Ballıhisar Köyü (Pessinus) gibi, Ana Tanrıça ve Kybele geleneğine dayalı Efes Artemis Tapınağı’nın olduğu alan antik dünyanın çok önemli dini ve inanış merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu yapısını sonraki dönemlerde de sürdürmüştür. Bu nedenle Ayasuluk Tepesi’ne yapılan St. Jean Kilisesi ve hemen batı yönüne yapılan İsa Bey Cami bu anlayışı ortaya çıkan en belirgin göstergeleridir. Üç dini yapının da görkemi, ihtişamı ve etki alanı biri birine eş değerdedir.
Artemis Tapınağının yönlendirici özelliği ve etkisini St. Jean Kilisesi ve İsa Bey Camiinde açıkça görmekteyiz. Tapınakların, arazideki genel planlaması ve özellikle yönü üçünde de batıya yöneliktir. Artemis’in tapınağı ile gösterdiği bu etkiyi ana tanrıça kişiliği ve özelliği ile Meryemana’da da görmek olanaklıdır. Artemis heykellerinde görmüş olduğumuz ellerini öne doğru uzatmış, bereket ve bolluk ifade eden ve dağıtan görüntüsü ile Meryemana heykellerindeki duruş ve ifade tarzı arasında son derece benzerlik bulunmaktadır.
Yunan mitolojisindeki Artemis veya Roma Dönemi’ndeki Diana adı ile Artemis, Grekçe değildir. Artemis, birçok özelliğini ve kişiliğini Anadolulu ana tanrıçadan almıştır. Ana tanrıça kültü Anadolu’dan Suriye, Lübnan, Filistin ve Mezopotamya’ya oradan da Mısıra ulaşmıştır. Tanrıçanın etkisi, Ege Adaları yolu ile Yunanistan, İtalya oradan da kuzey ülkelerine kadar ulaşmıştır. Bereketi ve çoğalmayı temsil eden bu tanrıça, binlerce yıllık evrimi sonucunda bölgesel değişiklikler geçirerek gerçek anlamdaki kişiliğini Efes Artemis’inde bulmuştur. Anadolu’nun farklı yerlerinde yapılan kazılarda ele geçirilen, M.Ö. 7000 yıllarına tarihlenen ve pişmiş topraktan yapılmış ana tanrıça heykelcikleri ana tanrıça inanışının oldukça eski dönemlere ait olduğunun kesin kanıtlarıdır. Bu tip örnekleri daha çok, Hacılar ve Çatalhöyük kazılarında görmekteyiz. Bu örnekler, özellikle şişman, cinsel organları abartılı, doğurganlığı ve bereketi yansıtır biçimdedir. Kızılırmak Nehri çevresinde büyük bir imparatorluk kuran Hititlerin ana tanrıçası Kubaba, ana tanrıçanın evriminde önemli bir aşamayı oluşturmaktadır. Efes Ana tanrıçası Artemis’in giysisi üzerinde dama tahtası biçiminde bir bezeme ve onun içinde ise bazı kabartmalar görülmektedir. Bilindiği gibi Hitit yazılı kaynaklarında arı ile ilişkili bir tanrıçadan söz edilmektedir. Arı betimi, Hitit güneş kursunun içinde yer alan dama tahtası desenli sembollerde de görülmektedir. Bu inanışı, Efes Artemis heykellerinin üzerinde de gördüğümüz gibi her iki tanrıça arasındaki ilişkiyi de yansıtmaktadır. Ana tanrıça zamanla biçim değiştirerek ilkçağ dünyasına yayılmıştır.
Ana tanrıça adı, Mısır’da İsis, Arabistan’da Lat ve Anadolu’da Kubaba, Kybele, Hepat ve Artemis adını almıştır. Kybele bu isimlerden en yaygın olanıdır. Frigya’da “Kybele” adıyla karşımıza çıkan tanrıçanın Pessinus’daki (Ballıhisar Köyü) tapınağı bağımsız bir dini merkez durumundaydı. Ana tanrıça kültü Anadolulu ve yöreye adını veren Friglerden çok daha eski dönemlere aitti, ancak bu eski tanrıça yeni siyasal gücü öylesine etkilemişti ki Kybele bir Frig tanrıçası olarak tanındı ve etkisini Roma İmparatorlu Çağına kadar sürdürdü. Tanrıça’nın buradaki görünümü Diopedes (gökten gelme) biçimindedir. Bu nedenle Pessinus’ta Diopedes biçimine uyan bir göktaşına uzun yıllar Kybele heykeli olarak tapınılmıştır. Frigya Bölgesi’nde kayalara yapılan ana tanrıça kabartmaları da Diopedes (gökten düşen meteor) görünümündedir. Bu göktaşı daha sonraki yıllarda Attalos I (M.Ö. 241–197 yüzyılda) zamanında (Kartaca ve Roa savaşlarının galibiyetle bitmesi için) Roma’ya götürülerek Palatina Tepesi’ne dikilmiştir. Ana Tanrıça burada büyük saygı görmüştür. Hatta Roma İmparatoru Elagabalus (M.S. 217–222) Kybele tapınma gereği olarak erkeklik organını keserek ana tanrıçaya armağan etmiştir. Kybele efsanesinde Attis ve Megabysos adında iki başrahip önemli rol oynamaktaydı. Dışarıdan gelmesi şart koşulan Megabysos Efes Artemis’i efsanesinde de görülmektedir. Artemis’in ana tanrıça kişiliğini açıklayan en önemli belgelerden biri de İlyada’da geçmektedir. Kybele’ye özgü, yabani hayvanlar tanrıçası “Potnia Theron” sıfatı İlyada’da Artemis için kullanılmıştır. Anadolu ana tanrıçasının görünümü tüm özellikleri ile Girit ikonografisine de yansımıştır. Ana tanrıça Rhea adıyla, Dikte mağarasında Zeus’u dünyaya getirdi. Rhea, doğum sırasında çektiği acılar sonucu elini toprağa bastırmış ve parmak izlerinden beş kutsal erkek (Kuretler) meydana gelmişti.
Efes Artemis’i ana tanrıçaya bağlantılı olan evrimini Kybele’den ayrı olarak sürdürmüş ve etkisini çok geniş bir alana yaymıştır. Farklı bölgeler arasındaki ilişki ve kaynaşmalar sonucunda ana tanrıça Efes Artemis’i olarak karmaşık ancak kendine özgü bir yapı ve kişilikle ortaya çıkmıştır. Artemis, bu yapısı ve kişiliği ile Efes’in güney batısında ve Kuşadası yolu üzerinde Ortygia’da Zeus ve Leto’nun çocuğu olarak dünyaya geldi. Söylencelere göre, Leto Efes’in güneybatısında yer alan Arvalia vadisinde ve Ortygia olarak bilinen yerde Kenkerios Çayı’nın hemen yakınında Artemis’i dünyaya getirdi. Tanrıça Leto doğum yaparken, Kuretler gürültü yaparak onun sancılarını daha az hissetmesini sağladılar. Buradaki kaynak suyu Artemis’in dünyaya gelişi ile kutsallaştı ve daha sonra burası Meryemana’nın evi ve Kenkreios Çayı’da Meryemana’nın kutsal suyu oldu.
M.Ö. 2. binin sonlarında Efes’e gelen kolonistler burada yerli halkın ana tanrıça için kurmuş oldukları ilkel bir tapınağı buldular. Buradaki ana tanrıça ile Artemis’in kişiliğini birleştirdiler. Ve sonuçta doğurganlığın, vahşi doğanın, bereket ve bolluğun temsilcisi ve koruyucusu olan bir tanrıça tipi ortaya çıkmış oldu. Tanrıçada bu özelliklerinin yanı sıra, hayvanların ve avcıların koruyucusu, burçlara ve yıldızlar sistemine egemen olan Efes Artemisi görünümü ortaya çıkarak bu yönde kişilik kazanmıştır.
Efesliler Artemis’e olan inanç ve bağlılıklarını Hıristiyanlığın ortaya çıktığı dönemde de sürdürdüler. Efes Hıristiyanlığın batıya yayılması için önemli bir merkez ve sıçrama noktası olan Efes’e gelen St. Paulus’un Efes Büyük Tiyatroda yaptığı konuşma Efeslilerin “Efes Artemisi yücedir” bağırışları ile protesto edildi. Bu bağırışların ardından St. Paulus sürgüne gönderildi. Hıristiyanlığın kabulü, birçok yerde olduğu gibi Efes’te de çok ızdıraplı ve çetin olmuştu. Ancak Efesliler, Hıristiyanlığı Meryemana kişiliğinde onun bakire ana görünümünü algılayınca benimsediler.
Bereketin ve bolluğun simgesi olan “arı” Efes’teki Artemis heykellerinde ve burada darp edilen paraların üzerinde de görülmektedir. Bu nedenle Artemis Tapınağında yapılan dinsel aşama düzeninin arı çevresinde oluştuğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Efes Müzesi’nde sergilenen ve Roma Dönemine ait heykeller üzerinde gördüğümüz arı betimi kabartmaları da bu inanışın ürünü olsa gerek. Efes’in simgesi olarak benimsenen arı, M.Ö.600–550 tarihlenen elektron sikkelerin üzerinde çok yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
Bu heykeller, Artemis Tapınağından sonra ikinci kutsal yapı olarak bilinen Prytaneion’da bulunmuştur. Heykeller arkaik döneme ait kült heykellerinin Roma Dönemi kopyalarıdır. Arkaik dönemde yapılan ilk Artemis heykelleri ahşaptandı. Ağaç Yontu (ksoanon) olarak bu heykellerden birini heykeltıraş Endoios tarafından yapılmıştı.
Ne acıdır ki, Herostratos adındaki bir deli, adını ölümsüzleştirmek için Büyük İskender’in doğduğu gece” M. Ö. 356 “Efes Artemis Tapınağı’nı ateşe verdiğinde yontucu Endoios tarafından yapılan ilk ahşap heykelde tapınakla birlikte yanmıştı. İşte Roma Donemin de yapılmış olan ve vücudu tümüyle değişik hayvan betimleri ile kaplı olan mermer heykeller bu ilk heykelin kopyalarıdır. Bu heykellerde de Artemis’e ait arkaik dönem heykelleri gibi bacaklar bitişik dik duruşlu ve üstünde kendine özgü evrimini yansıtan çeşitli kabartmalar vardır.
Efes Müzesi’ndeki büyük(baba) Artemis’in başında taç Efes’in koruyucu tanrıçası oluşunu sembolize etmektedir. Ayrıca bu semboller onun bakire kadın ve ana olma özelliklerini yansıtmaktadır. Bilindiği gibi bu üç özelliği Meryem Ana’da da görmekteyiz. Kolları üzerinde yer alan aslan kabartmaları onun gücün kuvvetini ve ana tanrıçanın devamı olduğunu göstermektedir. Tanrıça heykellerinin göğsünde yer alan yumrular önceleri meme olarak yorumlanmış ve çok memeli tanrıça olarak yorumlanmıştır. Yapılan son analizlerde bu yumruların tanrıçaya kurban edilen boğaların testisleri olduğu ve kesildikten sonra, başlangıçta ahşap olan heykelin göğüs bölümüne çakıldığı anlaşılmıştır. Artemis’in vücudunu saran uzun giysisi küçük dörtgen alanlara bölünmüş ve bu alanlara arı, geyik, ---siren---, aslan ve rozet betimleri yapılmıştır. Tanrıçaya ait tüm heykellerde eller ileri doğru uzatılmış, bereket ve bolluğu dağıtır biçimdedir. Bazılarının göğüs bölümünde burçlarla ilgili simgeler, ayakucunda ise geyik ve arı kovanı figürünler ile zenginleştirilmiştir. Tüm bu ayrıntılar ile tanrıça Artemis doğanın ve yıldızlar sisteminin koruyucusu olduğunu anlatmaktadır.
Efes Artemis Tapınağı’nın en önemli özelliklerinden biri de buranın bir banka gibi görev yapmasıydı. Tapınağın yetki alanı oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bu amaçla, balık üretimi ve ticareti ile araziler kiraya verilmekte gelirleri tapınak bütçesinde toplanmaktaydı. Bu ticaretin yanı sıra, yapağı, şarap, zeytin ve zeytinyağı, yemiş, parfüm, pamuk ve pamuklu ürünler de tapınak ticareti arasında sayabiliriz. Tapınak aynı zamanda zenginlerin emanet kurumu gibi çalışmış ayrıca yeri geldiğinde kredi açmak gibi bir görevi üstlenmişti. Strabon’a göre, Anadolu’nun içlerinden ve doğusundan seçilmiş olan tapınak görevlisi “Megabysos” bu görevleri yerine getirmekteydi. Artemis Tapınağına hizmet veren rahip, rahibe, koruyucu ve hizmetçilerin sayısı oldukça fazlaydı.
Efes Artemis Tapınağı’nın çok önemli ayrıcalıkları da bulunmaktaydı. Sığınma hakkı, tapınağın en önemli yetkilerinden biriydi. Herhangi biri buraya sığındığında tamamıyla dokunulmazlık hakkına sahip olmaktaydı.
Bu nedenle, tapınak çevresindeki kutsal alana sık sık sığınanlar olmuştur. Bu amaçla Büyük İskender, Kral Mithridates ve İmparator Marcus Aurelius (M.S. 161–180) tapınağın kutsal sınırlarını,” kimi zaman bir ok atımı, kimi zamanda bunun iki katı mesafede” zamanla genişletmişlerdir. Böylece ayrıcalıklı alan kentin bazı bölümlerini de içine almaktaydı. Sığınma hakkı zamanla bazı şikâyetlere neden olmuş ve sığınma hakkının kaldırılması talep edilmiştir. İmparator Tiberius (M.S. 14–37) M.S. 22 yılında konuya çözüm bulmak için tapınak temsilcileri ile bir toplantı yapar ancak Efes Artemis Tapınağı’nın sığınma hakkı kaldırılamaz.
M.Ö. 4. yüzyılda yapılan Efes Artemis Tapınağı, İon tapınak mimarlığının ve mermerden yapılmış ilk örneklerinden biridir. Mimari açıdan en görkemli dönemi M.Ö.6 ve 4. yüzyıla tarihlenen kalıntıların olduğu alanda, çok daha eskilere giden Anadolulu ana tanrıçaya ait kutsal bir tapınma yeri bulunmaktaydı. Bu nedenle yapılan kazı çalışmaları sonucu, tapınağa ait 6 değişik evre ortaya çıkarılmıştır. Kazı çalışmaları başlangıcı 1863 yılı olmak üzere 1988 yılına kadar birçok aşamada sürdürülmüştür.
Bu sonuçlar bize tapınağın çok daha eskiye giden bir geçmişinin olduğunu kanıtlamaktadır.1996 yılında Efes’in yakın çevresinde açığa çıkarılan Çukuriçi Höyüğü ve buluntuları (Neolitik Dönem) yörenin yaşam ve inançlar temelinde çok daha önemli özellikler taşıdığını göstermektedir.
Efes Artemis Tapınağı, M.Ö. 8 yüzyıl ile M.Ö. 3.yüzyıl arasında birkaç evreyi kapsayan yapımları olmuş ve bunlardan en görkemlisi olanı ise, Lidya Kralı Kroisos Dönemi (M.Ö.6 yüzyıl) ve Büyük İskender Döneminde (M.Ö. 3 yüzyıl) tamamlanmış olan yapılar olmuştur.
Efes Artemis kült merkezinin olduğu yerde, erken dönemde yapılmış olan tapınaklar yeterli olmayınca bunun yerine M.Ö. 6 yüzyılda daha ihtişamlı bir tapınak yapılması planlanır. Tapınak ölçüleri açısı kadar sanat yönü ile de çağdaş tapınaklarla boy ölçüşecek güzellikte olması için yapımı sırasında hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır. Kimmer saldırıları sonucu yıkılmış olan bir önceki tapınağın olduğu alana 115,14x55,10 metre boyutlarında, çapı 1,21 m olan ve 19 metre yükseklikteki 127 sütunun yar aldığı muhteşem bir tapınak yapılır. Bu sütun ormanı Tanrıça Artemis için duyulan özlem ortamını yaratmıştır. Tarihçi Plynius’a göre tapınağın ön cephesinde yer alan 36 adet sütunun kabartmalı olduğunu bildirmektedir. M.S. 1 yüzyılda yaşayan Plynius, büyük bir olasılıkla Helenistik Dönemde yapılmış olan tapınağı görmüştü. Ancak bu tapınak bir önceki tapınağın üzerine yapıldığı, ancak bir önceki kaynaklara dayanarak böyle bir konuyu yazmış olabilir. Tapınağın yapımı için Giritli Mimar Kersiphron ve oğlu Metagenes görevlendirilir. Bu iş için ünlü mimar Theodoros’da görevlendirilir. Tapınak alanı bataklık olduğu için, öncelikle alanın kurutulması için temellerin atılacağı alana önce kömür tozu onun üzerine ise deri ile kaplayarak sağlam bir zemin oluşturulur. Kersiphron sütunların yapımı ve dikimini, oğlu Metagenes ise daha sonra arşitravları ve çatı sistemi ile birlikte tapınağı tamamlar. Tapınak bu temeller üzerinde yükselir ve o güne kadar mermerden yapılmış olan ilk örnekler arasında yer alır.
Antik yazarlar Herodot, Vitruvius ve Plynius bu ünlü tapınak konusunda önemli bilgiler vermektedir. Tapınağın planı konusunda farklı bilgiler vermektedirler. Ancak; arkaik Artemis Tapınağı’nın ön cephesinde 8 arka cephesinde 9 sütun, yanlarda ise 20 ile 22 adet sütun olduğu görüşü hâkimdir.
M.Ö 560–550 yıllarına tarihlenen Arkaik Artemis Tapınağı ayrıca “Kroisos Tapınağı” olarak da adlandırılmaktadır. Lidya Kralı Kroisos tapınağın yapımına maddi ve manevi destek vermiş, bu amaçla 36 adet kabartmalı sütun tamburunun yapımını üstlenmiştir. Asur ve Hitit sanatının etkilerinin görüldüğü Columna Caelata’lardan birinin üzerinde “Kral Kroisos sundu” yazısı okunmaktadır. Yazıtlı olan bu sütun tamburu halen İngiltere-British Museum’da sergilenmektedir. Bu bilgiler ışığında tapınağın bu evresi ile ilgili olarak kesin bir tarih vermek olanaklbaharda su altında kalmaktadır.
Arkaik Artemis Tapınağı M.Ö. 4 yüzyılın ortalarına kadar ününü sürdürdü. Ancak bu tapınak M.Ö. 356 yılında adını ölümsüzleştirmek isteyen ve deli olduğu sanılan Herostratos tarafından İskender’in dünyaya geldiği gece ateşe verilir. İnanışa göre, Tanrıça Artemis Büyük İskender’in doğumunda bulunmak istediği için tapınakta olamadığı için tapınağı koruyamamıştı. Bu nedenle yanışından sorumlu olduğunu düşünen İskender, M.Ö. 334 yılında Perslerin üzerine yürümeden önce tapınağı ziyaret eder ve burada kurbanlar sunar. Tapınağın yeniden yapılmasını üstlenmek ister. Ancak Efesliler “bir tanrının bir başka tanrı adına tapınak yaptırmasının uygun olmadığını” söyleyerek öneriyi kabul etmezler. (Strabon XVV,641).
Herostratos tarafından yakılan bu tapınağın yerine yine arkaik tapınağın ölçülerine büyük ölçüde bağlı kalınarak (105 x 55 metre ölçülerinde) yeni bir tapınak yapılır. Yeni yapılan bu tapınağın mimarları ise Paionios, Demetrios ve Kheirokrates olarak bilinmektedir. Bu inşaatın yapımı sırasında deniz seviyesinin yükselmesi nedeni ile su baskınlarını önlemek için daha yüksek bir platforma ihtiyaç duyulmuş ve bu amaçla eski zemin planı yükseltilmiştir. Tapınağa ait sütunların yüksekliği (Tarihçi Plinius, Historia Naturalis XXXVI 21,95) yaklaşık 18,40 metredir. Ön taraftaki sütunlar yine kabartmalı olarak planlanmıştır. Plynius ve Vitrivius kabartmalı sütunlardan birinin heykeltıraş Scopas tarafından yapıldığını belirtir. British Museum’da yer alan kabartmalı sütunlardan birindeki kabartmada Alkestis’in kurban edilme sahnesi, Hermes ve Thanatos(ölüm) konusu işlenmiştir.
M.Ö. 5 yüzyılda Artemis Tapınağı’na konulması için, Amazon heykeli yarışması düzenlenir ve dönemin önemli heykeltıraşları arasında bir yarışma yapılır. Yarışmaya, Phidias, Polykleitos, Kresilas ve Pharadmon gibi ünlü heykeltıraşlar katılır. Heykeltıraşlar önce kendi heykellerini ikinci olarak da Polykleitos’un eserini seçerler. Bu seçim üzerine Polykleitos’un esri birinci seçilir ve tapınağa konma hakkını kazanır. Dünya müzelerinde bu eserlerin Roma Dönemi kopyaları yer almaktadır. Ancak hangisinin Polykleitos’a ait olduğu bilinmemektedir.
Dünyanın yedi harikasından biri olana Efes Artemis Tapınağı son olarak M.S. 263 yılındaki Got saldırıları sonucu kısmen yıkılır ve yağmalanır. Hıristiyanlığın kısmen yayılmış olmasına karşın yeniden yapılmaya çalışıldıysa da tamamıyla bitirilemedi.
Daha önce bütün aramalara karşın yeri ve varlığı saptanamayan sunak yapısı 1965 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarıldı.32x22 metre boyutlarında, kireç taşından ve U biçimli olan sunak, tamamıyla mermer plakalarla kaplıydı. Efes Müzesi’nde görülen at heykeli bu yapıya aittir. Sunak çevresinde sürdürülen kazılarda birçok önemli buluntu ele geçirildi. Ele geçirilen elektron ve gümüş sikkelerin üzerinde Artemis, arı, geyik ve tapınağa ait görüntüler yer almaktadır. Bu sikkelere dayanarak tapınağın alınlıklı ve bir çatıya sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Efes Artemis Tapınağı’na ait mimari parçaların büyük bir bölümü yerlerinden sökülerek St. Jean Kilisesi’nin yapımı sırasında kullanılmıştır. Çok az bir bölümü ise, İmparator Justinianos’un (M.S. 527–565) emri ile İstanbul’a taşınarak Ayasofya Kilisesi’nin yapımında kullanılmıştır. Tapınağa ait bazı parçalar da İsa Bey Cami’nin yapımında kullanılmıştır. Ancak tapınaktaki gerçek yıkım 400 yılarında olmuştur.
Dinler ve inanışlar ilk çağlardan bu yana hep biri birini izlemiş ve buna göre şekillenmiştir. Bu nedenle, Artemis kültü devamında Meryem Kilisesi ve Meryemana evinde yeniden şekillenmiş ve kendini bulmuş olsa gerekir.
Yüce Tanrıça Artemis Efes’in tanrılar dünyasına üstünlüğü ve ihtişamı ile egemen olmuştur. Bu mukaddes yer sadece ibadet merkezi olarak algılanmayıp aynı zamanda kaçaklara sığınma alanı olmuş bunun dışında hac merkezi olarak bölgenin ekonomik yapısına katkıda bulunmuştur. Tapınağın geniş arazi ve göllere sahip olması burada görev yapan rahiplere büyük olanaklar sağlamıştır. Bu insanlar zanaat ve ticaretle uğraşarak büyük rantlar elde etmiştir. Bu yapısı ile Tapınak bir yerde banka gibi görev üstlenmiş ve Efes’in ekonomisine yön vermiştir. Kazılar sırasında ele geçirilen elektron sikkeler bu görüşü kanıtlamaktadır. 1895 yılında Otto Bendorf ve Carl Humann başkanlığında Tapınağa ait sunak çevresinde yapılan kazılarda altın, fildişi, bronz, fayans ve kehribardan yapılmış buluntular ele geçirilmiştir. Bu buluntuların yanı sıra, şimdiye kadar bilinen ve en eski tarihe tarihlenen (M.Ö. 7. yüzyıl) yaklaşık 100 adet elektron sikke bulunmuştur. Elektron sikkeler büyük bir olasılıkla tanrıçaya adak olarak sunulmuştu.
Kent surları ve Magnesia Kapısı M.Ö. 3. yüzyılda Lysimakhos tarafından yaptırılmıştır. Surlardaki iyi işçilik ve korunma yönünden Helenistik Dönem surlarının en güzel örneğini oluşturmaktadır. Kent surları Magnesia Kapısında başlayıp, Bülbül Dağı’nın ufuk hattını batı yönde izleyerek ve St. Paulus Tepesindeki limanı gözetleyen kule ile son bulmaktadır. St. Paulus Hapishanesi olarak adlandırılan kule iç bölmeleri ve ikinci katı ile bir karakol görünümünde olup, kentin korunması, limanın kontrolü ve haberleşmenin sağlanmasında önemli rol oynamaktaydı. Yapılan kazılar sırasında bulunan bir kitabede “Astyages Tepesi” ismi okunmaktadır. Ancak; bu ismin kime ait olduğu saptanamamıştır. Magnesia Kapısı’nın Panayır Dağı ufuk hattında ve kuzey yönde ilerleyerek Koressos Kapısında son bulmaktadır. Koressos Kapısı’da limanla bağlantılı idi. Bu kapı “Kral Yolu” başlangıcını oluşturuyordu. Efes Limanından başlayan bu yol Koressos Kapısı’ndan geçerek, Sardis ve Gordion üzerinden Susa’ya ulaşmaktaydı.
Magnesia Kapısı ana geçidinin her iki yanına M.Ö.1 yy. ikinci yarısında yan kapılar ve kare biçimli iki kule inşa edilmiştir. Sur duvarları, Bülbül ve Panayır dağlarının kırılma noktalarını izleyerek kuzeye ve batıya doğru devam etmektedir. Yer yer 10 m yüksekliğinde olan sur duvarlarına belirli aralıklarla 8,20x9,80 veya 9,40 x 10,6 ölçülerinde kuleler ile desteklenmiştir. Sur duvarlarının uzunluğu yaklaşık 9 km dır. Buradan çıkan yol, Efes’in 30 km güneydoğusunda yer alan Magnesia Kentine uzanırken, ayrıca Panayır Dağı’nı dolanarak Artemis Tapınağı ve oradan yine Efes’e ulaşmaktaydı. Bu yol M.S. 2. yy. da Efes’li bilge Damianus tarafından onartılmıştır. Yapılan kazılar sonucu, bu yolun arkaik dönemde de var olduğu saptanmıştır. Bu bulgulardan sonra, Damianus Yolu’nun Artemis Tapınağı’na ulaşan Kutsal Yol olduğunu söyleyebiliriz. J.T. Wood bu yolu izleyerek Artemis Tapınağı’nın yerini bulmuştur.
Meryem Ana yolu üzerinde Efes Yukarı Kapıya yakın bir noktada olan Magnesia Kapısı,1869 yılında J.T. Wood başkanlığında yapılan araştırmalar sırasında bulunmuş ve kazısı yapılmıştır. 1907,1911–1912 yapılan kazıların sonunda 1981 ve 2010 yılında yeniden kazıları yapılmıştır. M.Ö. 3.yy da yapılan kapı, İmparator Vespasianus döneminde (M.S. 69–79) yılında ve kemerli bir görünüm kazandırılarak “onur kapısı” olarak yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca; Kapının iki yanında bulunan ve kısmen yıkıma uğramış olan kuleler, M.S. 3. yy. yeniden onarım görmüştür.
Meryem Ana Yolu ve Magnesia Kapısı’nın kuzeyinde yer alan yıkılar bir gimnasiuma aittir. Yapı M.S. 2. yy da Flavius Damianus tarafından yaptırılmıştır. Kutsal Yol bu yapının hemen önünden geçmektedir. Eğitim ve spor kurumu olarak hizmet veren bu yapılarda 6–16 yaş arasındaki çocuklar eğitim ve öğretim görmekteydiler. Çocuklar, spor, müzik, matematik ve güzel konuşma gibi konularda eğitim görmekteydiler. Klasik Gymnasion eğitiminin ana amacı Güzel ve İyi Olmak (Kalokagathıa) sözcüğünde en iyi anlatımını bulmaktadır. Bu yapı, imparator salonları, avlusu, hamamı, ders salonları ve spor alanları(paleistrası) bulunmaktadır. Yapıya doğu yöndeki üçgen alınlıklı ve dört sütunlu bir kapıdan girilmektedir. Flavius Damianus ve karısı Vedia Phaedria’nın heykelleri burada yapılan kazılar sırasında bulunmuştur. Heykeller günümüzde İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
İonya’nın bereketli toprakları ve zengin su kaynakları Efes’e bol su sağlamıştır. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan sarnıç ve kuyularda, Efes’in su gereksiniminin bu yolla sağlandığını kanıtlamıştır.
Efes’in su ihtiyacı, uzak ve yakın dört ayrı kaynaktan sağlanmıştır.
Bu anıt, Efes Yukarı kapıdan içeri girildiğinde sol(batı) tarafta söğüt ağaçlarının hemen yanında yer almaktadır. Mezar anıtının asıl buluntu yeri Çukuriçi Mevkiidir. Efes Müzesi arkeologları tarafından yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılmış, ancak güvenlik nedeni ile şimdiki yerine taşınmıştır. Anıtın ana kaidesi yerinde bırakıldıktan sonra, üst bölümleri şimdiki alana taşınarak aslına sadık kalınarak yeniden monte edilmiştir. Anıt başlangıçta Çukuriçi mevkiinde yer alan Roma Dönemi mezar odalarının önünde yar almaktaydı. Anıtın en üst bölümünde yer alan mezar atlarının doğu ve batı yüzünde kısa birer yazıt bulunmaktadır. Altarın orijinali doğu yöndeki yazıta göre planlanmış ve kullanılmıştır. Bu nedenle anıtında bu yönde yer alan yazıttaki kişilere yapılmış olduğunu söyleyebiliriz. Yazıtta “Metrodoros kızı Artemo, Demetrios kızı Myrallis,Hageson oğlu Phrynıchos ve Hageson oğlu Hageson (burada yatıyorlar)” ifadesi yer almaktadır. Yazı karakterine göre batı yöndeki yazıt daha geç dönemde yazılmıştır. Buda bize anıtın ve bunun hemen batısında yer alan mezar odalarının ikinci kez kullanıldığını kanıtlamaktadır. Çünkü,1987 yılında bu mezar odalarında yaptığımız kazılarda, bu anıtla çağdaş olan ostotekler ve bazı buluntular ele geçirilmiştir. Anıtın mimari özellikleri, buluntular ve altardaki yazı karakterine baktığımızda mezar anıtının M.S. 2. yüzyılın ilk çeyreği içinde yapılmış olduğunu söyleyebiliriz.
Efes yukarı kapının hemen kuzey yönünde yer almaktadır. Mimari özelliklerine göre Roma İmparatorluğunun güçlü dönemi olan M.S. 2. yüzyılda yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde yapıya bazı eklentiler yapılmıştır. Yapı, Roma hamam mimarisine uygun olarak, Frigidarium (soğukluk), Tepidarium (ılıklık) ve Kalidarium (sıcak bölüm) gibi bölümlere sahiptir. Güneyde yer alan soyunma bölümlerinin tabanı geometrik görünümlü mozaiklerle kaplıdır. Hamamın latrinası (tuvalet) yapının batı bölümünde yer almaktadır. Hamam yapısının taşıyıcı duvarları yöresel ve kesme taşlarla üst bölümleri ise tuğla ile inşa edilmiştir. Yapıdaki mermer kaplamalar tamamıyla dökülmüş ve yok olmuştur.
Devlet Agorası, bugün görülebilen kalıntıları, Odeon’un güneyinde yer almakta ve M.S. 1 yüzyıl başlarına aittir. M.S. 17 yılında oluşan deprem sonucu, kent yeniden onarılıp planlanırken bu yapıda idari ve politik bir merkez olarak düzenlenmiştir. Aynı zamanda bir toplantı meydanı olarak düzenlenirken çevresindeki diğer yapılarda yeniden inşa edilmiştir. Agora da 1960–1970 yılları arasında yürütülen kazılar sırasında M.S. 1.yüzyıla ait yapıların altında Helenistik Dönem (M.Ö. 2–1) kalıntıları, bunların altında Artemision’a ulaşan Kutsal Yol’a ait kalıntılar ve bunun altında da M.Ö. 7–6 yüzyıla tarihlenen mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Mezarlardan bir bölümü açıkta bırakıldığı için halen yerlerinde görmek olanaklıdır.
Roma Dönemi agorası 160 x 56 metre boyutlarında dikdörtgen planlı bir yapıdır. Eski bir geleneğin devamı olan bir anlayışla, Agora’nın orta yerine küçük bir tapınak inşa edilmiştir. 10 x 6 sütunlu olan tapınağın sadece temellerine rastlanmış ve içinde bir su kuyusu ortaya çıkarılmıştır. Kazılar sırasında bulunan Mısırlı tanrıça İsis’e ait adak eşyaları ve yapı çevresindeki su ile ilgili yapılar tapınağın İsis’e adandığı düşüncesini doğurmuştur. Ancak; son yıllarda bu düşünce yerini, tapınağın İmparator Augustus’a adandığı konusunda tezler vardır. Tapınağın alınlığında, Polyphemos ve Odyseus arasındaki mitolojik öyküyü anlatan heykel grubu yer almaktaydı. Bu heykel grubu halen Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Odeon ve Devlet Agorası arasında yer alan bu yapı 165 m uzunluğunda olup M.S. 1 yüzyıl başlarında üç nefli tipik bir Roma bazilikası olarak inşa edilmiştir. Borsa işlevi gören bu yapı ticari işlemlerin daha çabuk yürütülmeni sağlamıştır. Önemli yapıların arasında yer alması bazilikanın bu işlevini kolaylaştırmaktaydı.
Yapılan kazılar sonucunda bazilikanın altında Helenistik Döneme ait tek nefli bir galeri açığa çıkarılmıştır. Bazilika kırma ahşap çatılı ve Varius Hamamı yönünde bir stoa bulunmaktaydı. Stoadan bazilikaya üç girişli anıtsal bir kapıdan girilmekteydi. Kazılar sırasında burada bulunan anıtsal eserler “Augustus ve Livia heykelleri” Efes Müzesi’nde sergilenmektedir. Nefleri birbirinden ayıran sütunlar İon düzeninde ve sütun başlıkları boğa başları ile süslüdür. Yapı M.S.4. yüzyıldaki depremler sırasında büyük ölçüde hasar gördüğü için Bizans Döneminde yapıda önemli değişiklikler olmuştur. Bazilika alanında yapılan kazı sırasında açığa çıkarılan birçok mimari parça restore edilmiş ve sütunların bir bölümü geç devir onarımlarını da gösterir biçimde ayağı kaldırılmıştır.
Küçük bir tiyatro görünümündeki Odeon, Panayır Dağı’nın güney eteğine inşa edilmiştir. Yapı aynı zamanda Meclis Binası (Bouleuterion) olarak ta işlev gördüğü düşünülmektedir. Bulunan bir yazıta göre Publius Vedius Antoninus tarafından M.S. 2.yüzyıl ortalarında inşa ettirildiği anlaşılmıştır.
Odeonda ilk kazılar 1960 yılında başlamış ve yapının öncüsü olan Helenistik Dönem’e ait çeşitli buluntular ele geçirilmiştir. 1970 ve 1990 yılında olmak üzere iki dönem halinde Efes Müzesi’nce de kazı ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır. Çalışmalar sırasında krepislerin alt yapıları sağlamlaştırılmış ve yapı orijinal görünüme kavuşturulmuştur.
Odeon yaklaşık 1500 kişi kapesiteli, Orkestra (oyun alanı), Kavea (oturma basamakları) ve Skene (sahne binası) olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Yarım daire planlı oturma basamakları iki diazomalı olup beş dilime ayrılmıştır. Batı ve doğuda yer alan tonozlu merdivenler sayesinde dinleyicilerin odeona girişleri sağlanmıştır. Sahne binası (skene) iki katlı ve oldukça gösterişli bir cephe mimarisine sahipti. Ön tarafında, orkestradan daha yüksek bir podyumu vardır. Bu podyumların birkaçında heykel ve sütunlar için yuvalar bulunmaktadır. Burayı keşfeden J.T. Wood tarafından bulunan bazı heykeller ve bir yazıt British Museum’a gönderilmiştir. Yazıta göre bu yapı Flavia Papina ve bir başka kişi için yaptırılmıştır. Bu diğer kişi olasılıkla eşi P. Vedius Antoninus olabilir. M.S. 145 yılında yaptığı hayırlar nedeni ile Efes’te çok iyi tanınan bir kişiliktir. Yapıda yağmur suları için herhangi bir kanal yapısının olmayışı odeonun üstünün büyük bir olasılıkla ahşap bir çatı ile kaplı olduğunu göstermektedir. Odeon, M.S. 365 yılı temmuz ayında oluşan büyük deprem sonucu Efes’teki diğer yapılar gibi bu yapıda büyük hasara uğramıştır. Oturma basamaklarına ait mermer kaplama levhaları, daha sonraki onarımlar için yerlerinden sökülmüş ve başka onarımlar için kullanılmıştır.
Prytaneion’un doğusunda iki küçük tapınak bulunmaktadır. Bu tapınaklardan biri Roma Tanrıçası (Dea) diğeri ise İmparator Augustus’un manevi babası Divius Julius Caesar’ a adanmıştır. Bu iki tapınak, İmparator Augustus’un M.Ö. 29 yılında Efes’e gelişi sırasında, verdiği izin üzerine yapılmış olmalılar. Cepheleri güneye yönelik olarak prostylos ve İon düzenli olarak yapılmışlardır. Bunlar Efes kentinin ilk Neokoros (İmparator) Tapınağıydılar. Roma Çağında Neokoros hakkına sahip olmak çok önemli bir ayrıcalıktı. Bu onura, Anadolu’da Efes, Bergama ve Smyrna gibi kentler sahipti. Bu iki öncü Neokoros tapınağına karşılık Efes neokoros hakkına ilk defa İmparator Domitian (M.S.81–96) zamanında verildi. Dömitian’ın ölümünden sonra bu kült ve tapınak Domitian’ın babası Vespasian adına değiştirildi. Efes’e ikinci Neokoros tapınağı yapma izni İmparator Hadrian zamanında (M.S.117–138) verildi. M.S. 128 yılında Efes’e gelen İmparator Hadrian adına büyük bir tapınak “Olypieion” yapıldı.
İmparator Elagabalus (M.S. 218–222) ve İmparator Valerianus (M.Ö.251–260) döneminde Efes’e dördüncü ve son kez neokoros hakkı verildi. Bu hakka sahip olmak çok önemli bir ayrıcalıktı. Ancak; imparator kültü Roma eyaletlerinde hiçbir zaman bir din olmadı. Efes Asia Eyaletindeki kentler arasındaki birinciliği diğer kentlere (Pergamon ve Smyrna) kaptırmamak için bu konuda yapılması gereken her türlü harcama ve emekten kaçınmamıştır.
Panayır Dağı’nın güneybatısında yer alan Prytaneion, Artemis Tapınağı’ndan sonra Efes Kentinin en önemli bir başka yapısı idi. Yapı ilk olarak M.Ö.3. yüzyılda Lysimakhos döneminde planlanmıştır. Hestia Kutsal Ateşinin ”Kent Ocağı” sürekli olarak yandığı bu yapı, politik görüşmelerin yapıldığı, resmi konukların ağırlandığı ve törenlerin düzenlendiği önemli bir yapı “Belediye Sarayı” idi. Güneyinde kare planlı bir avlusu bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı ön avlunun kuzeydoğusunda Hestia Boulaia (ocak tanrıçası) Salonu ve salonun batısında yer alan iki odadan oluşmaktadır. Hestia Salonunun dört köşesinde, kompozit başlıklı çifte sütunlar bulunmaktadır.
Prytaneion’un ön cephesinde dorik başlıklı sütun tamburları ve bunların üzerinde de yazıtlar bulunmaktadır. Yazıtlarda, Artemis Tapınağı’na hizmet veren Kuretler’e ait listeler yer almaktadır. Kuretler, Augustus dönemine kadar yalnızca Artemision’a bağlı iken bu dönemde tapınağın önemini yitirmesi nedeniyle Prytaneion’da görev yapmaya başlamışlar. Burada görevli bir diğer sınıf ise Prytanlardı. Efes kentinin ileri gelen erkek ve kadınları tarafından oluşturulan bu sınıfın ana görevi Kutsal Ateş’in sönmeden yanmasını sağlamaktı. Prytanlar bu görevi ocak tanrıçası Hestia adına yürütmekteydiler. Bu görevlerinin dışında Kent Kültü ile ilgili tüm işleri de yürütmekteydiler. Prytaneion doğusundaki Hestia Sunağı ile birlikte planlanmış ve bu sunağın üzerinde “Kent Ocağı’ ölümsüz ateş gece gündüz sürekli olarak yanması sağlanmaktaydı. 1955 yılında bu alanda yapılan kazılar sırasında şu an Efes Müzesi’nde sergilenen Artemis heykelleri bulunmuştur. Kazılarda açığa çıkarılan duvar ve temel kalıntıları Helenistik Dönem özellikleri taşımaktadır. Prytaneion M.Ö. 1. yüzyılda yeniden planlanmış ve cephedeki sütunlarla birlikte büyük bir bölümü mermerle inşa edilmiştir. Yaklaşık bir asır sonra bu kez yapı önündeki üç cepheli ve güneyde iki girişi olan avlu planlanmıştır. M.S.3. yüzyılın ilk yarısında Hestia Salonuna kompozit başlıklı ve kalp biçimli çifte sütunlar dikilerek yeni bir düzenleme yapılmıştır. M.S. 365 yılındaki büyük deprem sonucu yapıda yer alan Artemis heykelleri, yeni dinin etkisine rağmen tahrip edilmeyerek kült kurallarına uygun olarak Hestia Salonuna gömülmüşlerdir.
Hermes kabartmalı geçişin hemen solunda, yöresel ve kesme taşlarla yapılmış büyük bir yapı bulunmaktadır. Devlet Agorası’nın 15,90 m önünde uzanmakta ve Domitian Meydanı’nından üç kapı ile girilmektedir. Bu kapıların üzerinde tunç harflerden oluşan bir duvar arşitravı bulunmaktaydı. Bu yazıt olasılıkla İmp. Neron’la (M.S. 43–68) ilgili olduğu sanılmaktadır. Yapı büyük bir olasılıkla Efes’in sağlık evi olarak görev yapmaktaydı. Rufus ve Soranus gibi önemli hekimlerin yetiştiği Efes Kentinde, şimdiye kadar bu yönde bir yapıya rastlanmamıştır. Jinekoloji ve göz lensleri konusunda araştırmalar ve yazılar yazan Hekim Rufus, aynı zamanda mesane yolları konusunda ameliyatı da önerebilmiştir.
Bu meydanın her yönünde birçok yapı kalıntısı bulunmaktadır. Prytaneion’dan meydana inen yolun bitiminde üzeri kabartmalı iki kaide bulunmaktadır. İkisinin de bir yüzünde Hermes diğer yüzünde ise üçayaklı bir kazan (tripot) bulunmaktadır. Sağa doğru hareket halindeki Hermes, sol elinde kanatlı cadicaus’u, sağ eli ile zeytin dalı altındaki koçu tutmaktadır. Habercilerin tanrısı olan Hermes’in ayak bileklerinin üzerinde de kanatlar görülmektedir. Bu geçişin hemen önünde yer alan Domitian Meydanı’nın ana zemini oldukça büyük ve yöresel taşlarla kaplanmıştır.
Meydanın kuzey kenarında yer alan bu anıt M.S. 1. yüzyılda yapılmıştır. Kaidesi yöresel taşlarla, üst yapısı ise mermerden yapılmış olan Memmius Anıtı dört cepheli ve daha çok zafer takı görünümündedir. Çevresinde dört basamaklı bir podyumu bulunmaktadır. Her cephesinde birbirine kemerler ile bağlı yarım dairevi nişler ve bunların üzerinde figürlü bloklar yer almaktadır. Halen anıtta ve yerinde görülen togalı ve asker görünümündeki kabartmalar biraz hasar görmüştür. Yapının doğusunda arşıtrav parçası üzerindeki Latince yazılmış olan yazıtta “Caius Memmius, Caius’un oğlu, Cornelius Sulla’nın torunu kurtarıcı” yazısı okunmaktadır.
Anıttaki birçok kabartma kaybolmuştur. Yerinde görülen togalı asker görünümündeki Memmius, babası Caeus ve dedesi diktatör Sulla’ya aittir.
Memmius anıtının batı bitişiğinde bir çeşme kalıntısı bulunmaktadır. Çeşmenin dikdörtgen planlı üç bölmeli havuzu ve üzerinde korint tarzında yükselen dört sütun bulunmaktadır. Üç bölümlü havuzun ortasındaki bölümü daha geniştir. Bu bölmenin arka duvarı yarım daire şeklindedir. Olasılıkla Marnas (Derbent) Çayı’ndan gelen su bu havuza akmaktaydı. Havuzun hemen önünde dört adet kaide ve bunların üzerinde heykeller “Diokletian, Maksimian,Constantius ve Galerius (M.S.293-308)” yer almaktaydı. Aynı heykeller Hadrian Tapınağı önündeki kaidelerinde üzerinde bulunmaktaydı. Bu heykeller, çeşmenin yapımı sırasında bir birlik nişanesi olarak buraya konulmuştu.
Domitian meydanın doğusunda yer almaktadır. Pollio çeşmesi üçgen biçiminde ki alınlığı geniş kemeri ve önünde bulunan küçük havuzu ile oldukça gösterişli bir yapıdır. Çeşme M.S. 97 yılında Sextillius Pollio ve karısı Bassa adına yapılmıştır. Su havuza Agora tarafındaki yarım yuvarlak apsidal duvardan gelmekteydi. Havuzun doğu yönünde buna uygun olarak yapılmış olan sekinin üzerinde Polyphemos heykel grubu yer almaktaydı. Bu heykel grubunun konusu, Odysseus’un Troya savaşları sonunda, Ege Denizi’nde yaşadığı macerayı anlatmaktadır. Bu macerada Posedion’un oğlu Polyphemos ile ilgili olanıdır. Heykeller daha önce Agora’nın ortasındaki İsis Tapınağı’nın alınlığında yer almaktaydı. Tapınağın yıkılması sonucu, buradan alınarak, Pollio çeşmesinde kullanılmıştır. Heykel grubu şu anda Efes Müzesi Çeşme Buluntuları salonunda sergilenmektedir.
Domitian Meydanı’nın güney tarafında ve Bülbül Dağı’nın eteğinde kuzey yönde 50x100 m boyutlarında düz bir alan oluşturulmuş ve tapınak bu alana yapılmıştır. Prostilos planlı tapınağın dar yanlarda 8, geniş yanlarda ise 13 er sütun bulunmaktaydı. Ayrıca 9x17 ölçülerindeki cellasının önünde 4 sütun yer almaktaydı. Cellanın önünde U biçiminde bir sunak bulunmaktaydı. Üzerinde alçak kabartma olarak silah betimlerinin olduğu sunak şu anda Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Kent halkı, kendini beğenmiş ve zalim bir imparator olarak tanınan Domitian’ı memnun etmek için tapınağın önüne imparatorun oldukça büyük bir heykelini dikmişlerdi. Ancak; Roma halkı İmparator Domitian’dan o kadar bıkmıştı ki, imparator öldükten sonra bütün heykel ve yazıtlarını parçaladılar. Bu dönemde Efes’te yer alan yaklaşık 8m boyutlarındaki heykeli de parçalanmıştır. Heykele ait parçalar tapınak çevresinde yapılan kazılar sırasında ele geçirilmiştir. Parçalar arasında baş ve sol kol sağlam olarak ele geçirilmiş ve şu anda Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Tapınağın oturduğu terasın doğusunda ve meydana bakan yönde bir sıra dükkân bulunmaktadır. Terasın bu yönünde üsttekiler kabartmalı olmak üzere iki katlı sütunlardan oluşan parapet bulunmaktadır.
İmparator Domitian bir uşağı tarafından öldürüldükten sonra büyük zorluklarla elde edilen Neokoros hakkının yitirilmemesi için Efes’liler İmparator Vespasianus’u tanrılaştırarak tapınağı ona adamışlardır.
Efes’te bulunan ve Efes’in tarihi ile ilgili olan yazıtlar Domitian Tapınağı’nın doğu ucundaki bölümlerinin kazısı yapılarak temizlenen alt yapısında sergilenmektedir. Günümüze kadar 2000’e yakıt yazıt bulunmuş ve bunların çok önemlileri burada sergilenmektedir. Bu yazıtlardan halk meclisi ve senato kararlarını, onurlandırmalarını, imparator ve kral buyruklarını öğrenmekteyiz. Galeride, yazıtların az bir bölümü ve örnek olabilecek özellikte olanlar konu ve kronolojisine uygun olarak sergilenmiştir. Kitabelerin metin ve tercümeleri yazıtların yanına konulmuştur.
Efes’te ele geçen en eski kitabe M.Ö. 7 yüzyıla aittir.1 ev 2. sırada sergilenen yazıtlardan ele geçen bölümlerinden metnin içeriği hakkında fazla bir bilgi edinmek olanaklı değildir. Harfler birbirinin tam altına gelecek biçimde yazılmıştır. Birbirlerinden noktalarla ayrılarak yazılan kelimeler arkaik dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. 4 numaralı yazıtta dini bir suç için istenen ölüm cezası anlatılmaktadır. Yazıtta Preogorlar (dava vekilleri) Efes’ten Sardes Artemis Tapınağı’na armağan götüren veya almak üzere giden elçiler heyetine kötü davranan ve armağanları yağmalayan kişilerin “44 veya 46 kişi” isimleri ve ölüm cezasına çarptırılmaları gerektiği iddia edilmektedir.
M.Ö. 4–3 yüzyıla ait olan 11 numaralı yazıt ise ortak bir mülkiyet ile ilgilidir. ”Bu duvar çatıya kadar Moskhion ve Euleides’in ortak malıdır” ifadesi yazılmıştır. M.Ö. 155 yılına tarihlenen 13 numaralı yazıtta, Bergama sarayında görevli Efes’li bir eğitmen hakkında Kral II. Attalos tarafından Efes kenti halk ve danışma meclisine övgü yazısı bulunmaktadır.
14–26 numaralar arasında yer alan yazıtlarda ise çeşitli kişilerin onurlandırılmaları konusunu içermektedir. 20 nolu yazıtta Sofist Titus Flavius Damianus’un M.S.166–167 yıllarında yapılan Part savaşlarından sonra çekilen Roma ordusunun 220,000 medimne (zahire ölçüsü) zahire bağışladığı, Varius Hamamına yeni bir salon yaptırdığı ayrıca kendi gelirlerinden 19,816 dinarlık parayı kentin yararına işlettiği için Agoradaki Tüccarlar Derneği tarafından onurlandırılması anlatılmaktadır. 26 nolu yazıtta Efes’in yetiştirdiği büyük bir atletten bahsedilmektedir. İsmi belirlenemeyen bu atlet Asia, Yunanistan, Adalar ve İtalya’nın 13 kentinde kazandığı başarılardan dolayı onurlandırıldığı belirtilmektedir.
31 nolu yazıtta ise “İyi hüküm süren Kader Tanrıçası’na adanmıştır. Vatanın babası, Zeus Olympios, kentin kurtarıcısı ve manevi kurucusu İmparator Caesar Traianus Hadrianus Augustus’a” ifadesi yer almaktadır.
M.S. 3.yüzyıla tarihlenen 27 nolu yazıtta ise Prytanlar tarafından yerine getirilecek kurban işleri ile ilgili hükümler yazılmıştır. Bu yazıtla Prytanlığın çok önemli ve pahalı bir görev olduğu anlaşılmaktadır.
Efes’teki anıtsal çeşmelerden biri olan bu çeşme, Agora ve Domitian Meydanı’ndan gelen yolların kesiştiği yerde bulunmaktadır. Bir yazıta göre, Asia Eyaleti valilerinden Gaius Leacanius Bassus tarafından M.S.75–80 yılları arasında yaptırılmıştır. Ortada bir avlu, üç yanında iki katlı sütunlar ve önde iki havuzdan oluşan bu yapı Domitian Tapınağı’na doğru yönlendirilmiştir. Ön tarafında büyük üçgen alınlığı bulunmaktadır. Buradaki yükseklik yaklaşık 9m. bulmaktadır. Sütunlar her iki katta da ikişerli olarak düzenlenmiştir. Sütunlar cephede 20 yanlarda ise 14 adet olarak planlanmıştır. Her iki sütun arasında alınlıklı nişler bulunmaktadır. Bu nişlerin içinde heykeller yer almaktaydı. Yapılan kazılarda bulunan Aprodite, Nyphe ve Triton heykelleri Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Su deposu olarak planlanan bu yapı M.S. 4–14 yılları arasına yapılmıştır. Marnas (Derbent ) Çayı kaynaklarından toplanarak Efes’e getirilen su, bu yapıda toplanmış ve dağıtımı sağlanmıştır. Bu çayın üzerinde yer alan su kemerleri de C. Sextillius Pollio adına yaptırılmıştır. Su deposu hemen önünden geçen caddeye uygun olarak planlanmıştır. Yapı daha sonraki dönemlerde önemli bazı değişikliklere uğramıştır. Son değişiklik M.S. 4.yy. da yapılmış ve ön cephesi Efes’in ileri gelenleri ve imparator heykelleri ile dekore edilmiştir.
Herakles Kapısı, meydanın kuzeybatı bölümünde Domitian Meydanı’ndan Kuretler Caddesi ilk bölümüne geçişte yer almaktadır. Kapı anıtsal bir görünümdedir. Bu alanda, kentin kuzeyine Panayır Dağı güney yamacındaki diğer yapılara ulaşan dar bir sokak bulunmaktadır. Yapı iki katlı olup, alt katta geniş kemerli bir geçiş bölümü bulunmaktaydı. Üst katta altı sütün bulunmaktaydı. Kemerin yanlarda bulunan korint başlıklı ayaklarla yaptığı köşelerinde şu anda Domitian Meydanı’nın da görülen Nike Kabartması bulunmaktadır.
Sütunlar üzerinde Nemea Aslanı postuna sarılmış Herakles kabartmalarının olması nedeniyle bu geçişe “Herakles Kapısı” adı verilmiştir. Üst kattaki altı sütundan kabartmalı olan iki adedi halen kapının lentoları olarak algılanmaktadır. Yapıya ait diğer parçalar bulunamamıştır. Kabartmalar, M.S. 2.yy. işçiliği göstermektedir. Kapı büyük bir olasılıkla M.S. 4.yy. da oluşan deprem sonucu bir başka anıtsal kapıdan taşınmıştır.
Mitolojide yarı tanrı olarak bilinen Kuretler, daha sonraları Efes’te bir rahip sınıfının da adı haline gelmiştir. Efes’in değişik yerlerinde (özellikle Prytaneion da) bunlara ait yazıtlar bulunmuştur. Başlangıçta sayıları 6 iken daha sonra bu sayı 9’ çıkarılmıştır. Mitolojiye göre Zeus tarafından hamile bırakılan Leto, tanrısal ikizler Artemis ve Apolon’u, Ortyga’da doğururken onu kıskanan Hera’yı şaşırtmak için Kuretler silahlarıyla gürültü yaparak, onu şaşırtmış ve doğumu görmemesini sağlamıştı. Adını Kuretlerden alan bu cadde, Efes kentinin merkezinde Panayır ve Bülbül Dağları arasındaki topografik yapıya uygun olarak düzenlenmiştir. 210m. uzunlukta olan cadde %10 eğimli ve iki ucu arasındaki yükseklik farkı yaklaşık 20m’yi bulmaktadır. Kuretler Caddesi, Ticaret ve Devlet merkezlerini birbirine bağlamaktaydı. Cadde aynı zamanda Artemision ile bağlantılı Kutsal Yol’un bir bölümünü oluşturmaktaydı.
Caddenin tabanı tümüyle mermer bloklarla kaplı olup, altında düzenli bir kanalizasyon yapısı vardır. Kentin birçok önemli yapısı (Oktagon, Traian Çeşmesi, Skolastikia Hamamı, Hadrian Tapınağı ve Yamaç Evler) gibi önemli yapılar bulunmaktadır. Cadde her iki yanında üzeri örtülü portikolar ve bunların arkasında dükkânlar yer almaktadır. Kente hizmeti dokunan önemli kişilerin heykelleri bunların önünde bulunmaktaydı. Heykellerden sadece biri bu kaidelerden birinin üzerinde görülmektedir. Herakles Kapısı’nın hemen yanında yer alan bu heykel Hekim Aleksandros’a aittir. Efes Müzesi’nde sergilenen Konsül Stephanos’a ait heykelde bu caddede bulunmuştur.
Kuretler Caddesi, M.S. 4. yy. da oluşan büyük depremler sonucu çok önemli hasar görmüştür. Bu nedenle yeniden onarımı sırasında başka yapılardan getirilen farklı sütun ve mimari malzemeler kullanılmıştır. Caddenin kazısı ilk kez 1904 yılında Rudolf Heberdey tarafından yapılmış ve bulduğu sütunların üzerindeki yazıtlarda Kuretler ismine rastlanması, Caddenin bu isimle anılmasına neden olmuştur. 1950 yılında Franz Miltner’in Skolastikia Hamamı kazılarında bulunan sütunların Prytaneion’a ait oldukları anlaşılmıştır. Bulunan sütunların kiminin belirli bir alanı yivsiz ve düz bırakılarak bu alanlara Artemis Tapınağı’nda görevli Kuretler’in isimleri yazılıydı.
Caddenin kuzey yönünde ve Yamaç Evlerin önünde yer alan dükkânların önündeki kaldırım geç dönemde yapılan mozaiklerle kaplıdır. Bu dükkânlarda, lokanta, meyhane, küçük atölyeler, parfüm, zeytin ve zeytinyağı gibi ürünler pazarlanmaktaydı. Tali yollar, Kuretler Caddesi’ne dik olmayan bir açı ile bağlanmaktaydı. Kireçtaşı malzeme ile kaplı olan bu sokaklar altına yerleştirilmiş pis su kanalları, Kuretler Caddesi’ndeki ana kanala açılmaktaydı.
Traian Çeşmesi Kuretler Caddesi kuzeyinde Panayır Dağı’nın caddeye açılan eteğinde yer almaktadır. Çeşmenin kazısı F. Miltner tarafından 1957 yılında yapılmıştır. Bulunan yazıtta M.S. 102–114 yılları arasında yapılmış ve İmparator Traian’a (M.S. 98–117 adanmıştır. Yapının yüksekliği yaklaşık 12 m dir. Bu yazıt şu an çeşmenin güney doğusunda ve büyük bir kornişin üzerindedir. Çeşme ortada bir havuz ve üç tarafında iki katlı sütunlardan oluşan bir cephe mimarisine sahipti. Sütunların arasındaki nişlerde heykeller yer almaktaydı. Ortadaki büyük nişin içinde İmparator Traian’ın heykeli bulunmaktaydı. Halen bu heykelin göğüs kısmına ait parça ve küre üzerindeki sağ ayağı ile buna ait kaide yerinde görülmektedir. Su, heykel kaidesinin altındaki kanaldan havuza akmaktaydı. Kazılar sırasında ele geçirilen Dionysos, Satir, Afrodit ve İmparator ailesine ait heykeller Efes Müzesi’ndeki Çeşme Buluntuları Salonu’nda sergilenmektedir.
M.S. 50 yıllarında Panayır Dağı eteklerine yapılmış yuvarlak planlı bir yapının kalıntıları bulunmaktadır. Kule dikdörtgen planlı bir podyum üzerinde yükselmekteydi. Kulede, ortada silindirik bir yapı ve onun çevresinde iki katlı bir sütun sırası bulunmaktadır. Alttaki sütunlar Dorik, üsttekiler ise İonik tarzda planlanmıştır.
Traian Çeşmesi ile Skolastikia Hamamı arasında ve Büyük Tiyatro’nun üstüne kadar uzanan sokağın tabanı tümüyle mermer plakalarla kaplıdır. Kuretler Caddesi’nde başlayan bu sokak, yer yer merdivenli olup, Mermerli Caddeye paralel olarak uzanmaktadır.
Kuretler Caddesi’nin kuzeyinde Traian Çeşmesi ile Hadrian Tapınağı arasında yer almaktadır. Zemin katıyla birlikte üç katlı olarak planlanmıştır. Efes’in en görkemli yapıları arasında yer almaktadır. M.S. 4 yy sonlarına kadar çeşitli onarımlar görmüştür. Batıda yer alan Latrina ve Aşk Evi ile bir kompleks oluşturmaktadır. Hamamın zemin katında bulunan dükkân veya depolar Kuretler Caddesi’ne ve üstü kapalı olduğu sanılan yola açılmaktadır. Skolastikia Hamamı’nın iki giriş kapısı bulunmaktaydı. Ana giriş kapısı Kuretler Caddesinden diğeri ise doğudaki üstü kapalı yan sokaktandı.
Her iki kapıda Apoditorium’a (soyunma salonu) açılmaktaydı. Büyük salon sütunlu ve nişli bir yapıya sahiptir. Nişlerden birinin içinde sandalyede oturur halde bir bayan heykeli bulunmaktadır. Heykel Efesli zengin bir kadın olan Christian Skolastikia’ya aittir. Hamam son kez M.S.4 yy da bu kadın tarafından onartılmış ve bu nedenle heykeli buraya dikilmiştir. Apoditorium’un batısında Frigidarim ve bunun ortasında da oval biçimli soğuk su havuzu bulunmaktadır. Apoditorium’un kuzeyindeki kemerli bir kapıdan, Tepiderium (ılıklık) geçilir. Bu mekândaki duvarların içinde ve tabanda sıcak hava dolaşımını sağlayan pişmiş toprak künkler bulunmaktadır. Doğu duvarı dibinde küçük bir parça halinde kalmış mozaik kaplaması görülmektedir. Mozaikler hamamın orijinal taban kaplamasıdır. Son onarımlar sırasında üzeri mermer plakalarla kaplanmıştır. Tepidarium’dan küçük bir kapı ile Calidarium’a geçilmektedir. Değişik dönemlerdeki onarımlar sırasında duvarlar mermer ve tuğla levhaları ile kaplanmıştır. Calidarium’un taban kaplamasının altına kare ve yuvarlak forumlu pişmiş toprak ayaklar yapılmıştır. Sıcak hava dolanımı bu ayaklar arasında olmakta ve Calidarim’u ve hamamı ısıtmaktaydı. Sıcak havanın sağlandığı Hypocaus (külhan) sistemi yapının batı duvarı dibinde yer almaktadır. Hamamlar Roma İmparatorluğu döneminde kendine özgü kuralları olan zengin ve yoksulların önem verdikleri mekânlar olmuştur. Yoksul insanlarında yararlanabilmesi için bazı hamamlardan para alınmamaktaydı.
Roma döneminden sonra hamamlar eski önemini yitirmiştir. Hamam kültürü daha sonraki dönemlerde” Selçuklu ve Osmanlı” yeniden önem kazanmış ve anıtsal nitelikte hamamlar yapılmaya başlandı. Günümüzde kazısı yapılarak açığa çıkarılan ve büyük bir bölümü ayakta olan, Selçuk’taki İsa Bey Hamamı (M.S. 14 yüzyıl) bunun en güzel örneklerinden biridir.Yamaç evler, Kuretler Caddesi’nin güney bitişiğinde ve Bülbül Dağı’nın kuzey etekleri topoğrafik konumuna uygun olarak teraslanarak bu teraslara her ada bazında 6 konut planlanarak yapılmıştır. Dini yapılar arsına sıkıştırılmış olan bu yapılar, Efes Kenti’nin seçkinleri ve kalburüstü kişilerine aitti. Bu adanın oturma alanı yaklaşık 4000 m2 dır.1967 v1983 yılları arasında H. Vetters başkanlığında kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk kez 1985 yılında onarımı tamamlanarak üzeri kiremit bir çatı ile örtülmüştür. Ancak, bu görünümü pek fazla benimsenmediği için, günümüzdeki son derece uygun ve yapıyı koruyan düzenlemesi yapılmıştır. Yamaç evleri, yağmur, güneş ve havanın neminden koruyan bu örtü sistemi, aynı zamanda ziyaretçilere de oldukça aydınlık ve rahat gezilebilen bir mekân olanağı sağlamaktadır. Modern örtü sistemi sayesinde Yamaç Evler, dünyanın en güzel Açıkhava müzelerinden biri haline getirilmiştir. Uzun yıllara ziyaretçi trafiğine kapalı olan bu mekânlar, son yıllarda çelik ve cam malzeme kullanılarak oluşturulan yürüme bantları ve seyir platformları ile görülebilir ve daha rahat gezilir hale gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti-Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından planlanıp yaptırılan ve 22 Temmuz 2006 yılında hizmete sokulan bu gezi yolu sayesinde turistlerin mekânlara vermiş olduğu zarar da en az seviyeye indirilmiş oldu. Kentin merkezinde yer alan bu konutlar ortadan aydınlatmalıdır. Ortadaki bu perystilli bölüm çoğunlukla 25 veya 50 metrekare arasında değişmektedir. Bu bölümler dört tarafı sütunlu ve tabanları mermer plakalarla kaplıdır. Yanlarda yer alan odalar bu mekâna açılmaktadır. Ayrıca, çatıdaki yağmur sularını toplamak için kuyular açılmıştır. Konutlarda sürekli akan bir su sistemi bulunmaktadır. Evlerin tümü günümüzdeki hamamlarda olduğu gibi sıcak su sistemi (hypokaust) ile ısıtılmaktaydı. Çeşme ve tuvaletler (Latrina) temiz ve pis su sistemleri tamamen kamu hizmeti olarak kabul edilmiş, sarnıç ve kayaya oyulmuş kuyular ile evlerin müstakil su ihtiyaçları sağlanmıştır. Kuretler Caddesi’ne dikey olarak inen merdivenli sokakların alt bölümlerinde de ayrıca evlerle ilgili kanalizasyon sistemi bulunmaktaydı. Son derece donanımlı bir yapıya sahip olan bu konutlarda, evin reisi tarafından kullanılan başoda, ev halkına ve hizmetçilere ait odalar, mutfak, tuvalet ve hamam bölümlerinden oluşmaktadır. Evlerin tümü, taban mozaik, duvarlar çok zengin fresk veya ince ve kaliteli mermer plakalarla kaplanmıştır. Duvarlarda yer alan freskler ve mozaikler üzerinde geç dönem kullanımları sırasında yapılan ekleri ve onarımları açıkça görmek mümkündür. Aynı tür müdahaleleri su künklerinin tıkanmaları sırasında açılan deliklerde de görmek olanaklıdır. Duvar fresklerinde genellikle, mitolojik konular, tanrı ve tanrıçalar, eroslar, çiçek, değişik kuşlar, girlant, tragedya ve tiyatro oyunları ile ilgili betimler işlenmiştir.
Bu alandaki ilk inşaat çalışmaları İmparator Augustus Dönemi’nde M.Ö. 1 yüzyılda başlamış ve kısa süre adanın tümünde bitirilmiştir. Uzun yıllar içinde konut sahipleri değişmiş konutlarda bu yönde eklentiler yapılmıştır. Özellikle M.S. 262 ve 369/70 yıllarında oluşan büyük depremler sırasında evler son derece zarar görmüş ve yanmıştır. Yapılan kazılar sırasında buna ait kanıtlar ele geçirilmiştir. Geç dönemdeki kullanımları sırasında kimi evler molozla doldurulmuştur. Alt bölümlere çeşitli atölye ve iş yerleri yapılmıştır. Ayrıca batı cephesinde çarkla işletilen bir dizi değirmen faaliyete sokulmuştu. Bu değirmenler Çamlık Köyü yönünden getirilen ve sürekli akan su ile çalıştırılmaktaydı. İmparator Augustus Döneminde yapılmış olan Yamaç Evler, M.S. 7. yüzyılın sonlarına dek kullanılmıştır.
Konutlar merdivenli teraslarda oluşturulan ara sokaklara açılmaktaydı. Kuretler Caddesi’ne bakan ana cephe ile, güney yöndeki cadde arasında üç ana teras oluşturulmuştur. İki cadde arasındaki kod farkı yaklaşık 27 m yüksekliktedir. Bu adaya geç dönemde bir konut daha sıkıştırılmıştır. Bitişik düzende iki katlı ve ortadan aydınlatmalı olan bu konutlardaki kimi sorunlar, konut sahiplerinin ortak girişimi ile çözümlenmiştir. Örneğin, çatı ile ilgili sorunlar,kanalizasyon giderleri ile kimi soğuk su künklerinde oluşan tıkanma ve buna benzer sorunlar,günümüzde ki apartman sorunu gibi çözülmeye çalışılmıştır.
Yamaç Evlerde yapılan kazılarda ele geçirilen buluntular, Selçuk-Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Konutların genel krokisine bakarak, gezi trafiğine göre sıraladığımızda 6 ve 7 nolu konuttan, 5. 4. 2 ve 1 nolu konuta doğru bir anlatımı gerektirmektedir. Buna göre;
İki katlı olan bu yaşam mekânı 950 m2 bir zemine oturmaktadır. Ev buradaki bir yazıta dayanarak C. Flavius Fruius Aptus’a ait olduğu anlaşılmıştır. Efes’in yöneticisi olan Fruius Aptus, M.S. 2 yüzyılda en az bir kez Efes Oyunlarını düzenlemiştir. Korint başlıklı peristilli mekânın güneyinde tabanı ve duvarları ince mermer plakalarla kaplı görkemli bir salon “önemli konukların ağırlandığı yemek salonu” buna batı yönde bitişik, üstü beşik tonozlu bir bazilika bulunmaktadır. Mekânların kayaya oturmuş olan güney yönlerinde kaynak suları için biriktirme kanalları açılmıştır. Bazilikanın hemen yanındaki tonozlu mekânın kemer alınlığında Eros, Dionysos ve Ariadne gibi betimler bulunmaktadır. Yaşam mekânında, sürekli akan su sistemi, tuvalet ve hamam yer almaktadır.
Aydınlatma bölümündeki sütunlar tamamlanarak ayağı kaldırılmış ve diğer mekânlardaki mermer levhalar bütünlenerek yerlerine konmaktadır.
Geleneksel palanlı olan bu yaşam mekânı 900 m2 bir alana oturmaktadır. İç avlunun etrafında diğer yaşam mekânları bulunmaktadır. Aydınlatma bölümünde, iki kuyu bulunmaktadır. Kuyuların üst bilezikleri(mermer) ve kapakları, ortada mermer bir masa ve hemen yakınında bir atlar yer almaktadır. Peristyl’e açılan eksedra’da İmparator Augustus’un karısı Livia ve oğulları Tiberius’un mermer büstleri ve bir bronz yılan ele geçirilmiştir.
Peristylli ev çoğunlukla konu kabul salonu olarak kullanılırdı. Bu amaçla oldukça özenli ve görkemli döşenmişlerdi. Konutlarda çok az pencerenin bulunması, bu alanı daha da önemli kılmaktaydı. Avlunun dışındaki bölümler, pişmiş toprak veya metal kandillerle yapılmaktaydı. Odalarda genellikle taşınabilir nitelikte mobilyalar kullanılmıştır.
Diğer yaşam alanları gibi bu evde özellikle M.S. 270 yılında meydana gelen deprem sonucu büyük ölçüde hasar görmüş, daha sonraki konut sahipleri tarafından önemli değişikliğe uğramıştır. Bu yaşam alanında fresklerin üzerine kazınmış birçok grafittolar da yer almaktadır. Bunlardan birinde günlük tüketilen bazı yiyeceklerin “fındık, zeytin ve zeytinyağı gibi” listesi okunmaktadır. Kazılar sırasında bu olaylarla ilgili birçok buluntu ele geçirilmiştir.
Livia, Tiberius büstleri ve diğer eserler şu anda Selçuk-Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Orta terasta oluşturulan iki mekâna, daha sonraki yıllarda bu mekânlardan elde edilen bir alana üçüncü bir mekân yapılmıştır. Bu mekânlar diğerlerine göre daha küçüktür. Bu konutlarda da duvarlar freskler tabanlar ise mozaik ve mermer plakalarla kaplanmıştır. Özellikle bir odanın tabanında bir boğayı parçalayan aslan betimi yine ayrı bir panodaki Maenad betimi (3 nolu yaşam alanı) bulunmaktadır. Duvarlarda ise dokuz Mous’un yanı sıra Sappho ve Apollo’nun tasvirleri bulunmaktadır. 6 nolu yaşam mekânının bazilikası apsisinin yükseltilesi nedeniyle 4 nolu yaşam mekânı büyük ölçüde hasar görmüş ve mekânın kullanım alanını değiştirmiştir. Bu mekânda bulunan, Sokrates betimli fresk günümüzde Efes Müzesi ‘n de sergilenmektedir.
Bu yaşam alanı, 3 nolu terasın batı yönünde ve üst katı kuzey yönde yer alan caddeye açılmaktaydı. Bu yaşam mekânı ilk kez M.S. 1. yüzyılda yapılmıştır ve M.S.7. yüzyıla kadar önemli bazı değişiklerle kullanılmıştır. Yaşam mekânının merkezinde 9 sütunlu bir peristili avlusu vardır. Peristili taşıyan sütunlar ve sütun başlıkları oldukça farklı mimari özelliklere sahiptir. Sütun tamburları farklı özellikler göstermektedir. Kimileri devşirme malzeme ile tamamlanmıştır. Bu uygulama M.S. 5 yüzyıldaki onarımlar sırasında yapılıştır. Güney yönde görülen sütun tamburları, in-situ olarak bulunmuş ve 5 yüzyıldaki tadilatlara ait izlerdir. Perstylli avlunun etrafında diğer kullanım mekânları ile ve bunlarla aradaki sahanlıklarda taban oldukça kaliteli işçilikte yapılmış mozaiklerle kaplıdır. Avluda el yıkama çeşmeleri ve ortada bir kuyu bulunmaktadır. Kuzey yöndeki odalardan birinde de güney yöndeki duvarda kapının yanlarında oluşturulan nişlerin içinde de el yıkama “lavabo” mekânları bulunmaktadır. Nişlerin üst bölümünde cam mozaiklerle yapılmış, yarı çıplak ve uzun oturur halde Afrodit betimleri bulunmaktadır. Odanın tabanında yer alan M.S. 1 yüzyıla tarihlenen mozaikler, geç dönemde (M.S. 5. yüzyıl) tahrip olunca, ana panonun çevresi daha kalitesiz bir biçimde tamamlanmıştır. Sahanlıklarda yer alan mozaikler, siyah beyaz renk ve geometrik betimlerle süslenmiştir.
Avlunun güneybatı yönünde ikinci kata çıkan basamaklar ve bunun güney duvar ile birleşme alanında 7 cm çapında su künkleri bulunmaktadır. Zamanla bu künklerde oluşan tıkanmalar için müdahale edilmiş ve bazı delikler açılarak tıkanmalar giderilmiştir. Avlunun kuzeybatı bölümünde de evin mutfak bölümü bulunmaktaydı. Burada ocak olarak kullanılan bölüm ile temiz su dağıtım havuzunu görmek olanaklıdır. Mutfağın batı yönünde ve güney duvara bitişik ayrı bir lavabo, bunun batsında ise tuvalet yer almaktadır. Duvarlarda genellikle keklik, balık ördek gibi hayvan betimlerinin yanı sıra, oldukça zengin çiçek betimleri de bulunmaktadır. Bu mekânların önünde, geç dönemde duvarları almaşık malzeme ile yapılmış bir çamaşırhane yer almaktadır.
2 nolu yaşam mekânının mozaikleri gibi duvar freskoları da olukça kaliteli bir işçiliğe sahiptir. Başodanın her iki yanındaki duvarlar, kaliteli, ince ve oldukça büyük mermer plakalarla kaplanmıştır. Döşemenin üstünde mavi zeminli panolarda Erosların taşıdığı girlant betimleri bulunmaktadır. Başodanın batı yönünde, bir mezar steli bulunmaktadır. Stelde sağa doğru ilerleyen bir süvari, önünde bir atlar ve yılanlı bir ağaç ve ayakta, yönü süvariye doğru olan bir insan kabartması yer almaktadır. Güney sahanlıkta ve başodanın hemen önünde son derece kaliteli bir işçiliğe sahip mozak bir döşeme ve bunun ortasında bir mitolojik sahne bulunmaktadır. Çevresi örgü desenli panonun içinde Triton, Nereid ve Deniz Atı (hippocampus) betimi yer almaktadır. Triton, sol elinde beş dişli yaba (Denizler Tanrısı Poseidon’un simgesi-Tritonun babası) sağ elinde ise üzerinde Nereid’in oturduğu denizatının yuları bulunmaktadır.
Büyük bir olasılıkla evin hâkimi (baba) olan kişinin oturduğu başoda oldukça gösterişli dekore edilmiştir. Tonozlu olan bu mekânın tabanı ve duvarları (kemer seviyesine kadar) oldukça büyük mermer plakalarla kaplanmıştır. Taban, kenarlarda daha büyük plakaların oluşturduğu bir çerçeve içine daha küçük boyutlardaki mermer plakalarla hasır örgüsü şeklinde dekore edilmiştir. Mekânın tonoz bölümü ise küçük ve renkli cam taneleri ile dekore edilmiştir. Mozaik tüm tonozu kaplamaktadır. Betim olarak cennet bahçesinde Dionysos, Ariadne ve bunların çevresinde tavus kuşu, ördek, horoz gibi hayvanlar ve asma yapraklarından oluşan zengin bir anlatım yer almaktadır.
1 nolu yaşam mekânı, Yamaç Eveler 2 nolu adanın güneydoğu bölümünde yer almaktadır. Bu yaşam alanı 900 metrekarelik bir alana iki katlı olarak planlanmış ve yapılmıştır. Geç evrelerde evde birçok tadilatlar yapılmıştır. Bunun, en güzel örneği ise Tiyatro Odası olarak adlandırdığımız mekânın tabanında yer alan mozaik panosunun, bir bölümünün giriş holünün içinde kalmasıdır. Diğerleri gibi ortadan aydınlatmalı (peristil) bu yaşam mekânın, avlusunun köşelerinde dorik tarzda dört süt bulunmaktadır. Avluda, kuzey yönde iki sütun arasına örülen tuğla duvara geç dönemde bir yıkanma alanı eklenmiştir.
Bu yaşam mekânın da taban ve duvarları oldukça zengin mozaik ve fresk ile kaplıdır. Tonozlu olan başoda, 2 nolu yaşam mekânın da olduğu gibi fazla dekore edilmemiştir. Tabanda saç örgü şeklindeki bir çerçeve içine geometrik desenli bir pano yapılmıştır.
Efes ören yeri ziyaretçi trafiği içinde ayrı bir değere sahip olan Yamaç Evler 2 “yaşam mekânları“ günümüzde önemli bir ziyaretçi yoğunluğuna sahip olup, ayrıca ücretlendirilmiştir.
Yıllık ziyaretçi sayısı yaklaşık 500.000 kişi civarındadır.
Yamaç Evlerin hemen karşısında bulunan bu yapı Efes Kenti’nin simgesi olmuştur. Efes’in önemli kişilerinden P. Vedius Antoninus tarafından yaptırılmış ve İmp. Hadrian’a (M.S. 117–138) adanmıştır. F. Miltner tarafından 1959 yılında kazısı yapılmış ve mimar F.Goschel tarafından da onarımı yapılmıştır. Ön yüzünde Korint düzenindeki sütunların üzerinde Suriye tipi bir alınlık bulunmaktadır. Kemerin ortasında Tykhe kabartması, ana mekâna girişi sağlayan kapının üzerinde yer alan yarım daire planlı alanda ise akanthus yapraklarının içinden çıkan bir insan figürü bulunmaktadır. Kapı arşitravının her iki yanında kabartmalı frizler bulunmaktadır. Frizlerde Efes’in kuruluşu ile hikâye ve tanrılar dizini bulunmaktadır. Orjinalleri Efes Müzesinde sergilenmektedir. Batı köşedeki friz bloğunda Androklos’un yaban domuzunu öldürme konusu işlenmiştir. Obür parçalarda ise Herakles’in Theseus ile savaşı, Amazonlar, Tanrılar toplantısı ve Dionysos ile ilgili bir sahne bulunmaktadır. Athena, Selene, Apolon, Androklos, Herakles, Theodosius, Efes Artemisi, Theodosius’un karısı ve oğlu ile Athena’nın gösterildiği friz bloğu, M.S.4 yy. deki onarım sırasında, Efes’ deki bir başka yerden getirilerek burada doğu frizinde kullanılmıştır.
Yapının önünde dört kaide bulunmaktadır. Kaidelerde M.S.300 yılındaki 4 tetrarch heykeli (Maximianus, Diocletianus,Galerius ve Constantius Chlorus’un bronz heykelleri) yer almaktaydı. Tapınağın arşitravı üzerindeki yazıtın yanı sıra kentin merkezi kısmında seçkin konumu ve kaliteli mimari yapısı ve malzemesi buranın bir imparator tapınağı olarak gösterilmesine neden olmuştur. Ancak son yıllardaki kazı ve araştırmalar “1984-1986” kentin kuzeybatı alanında anıtsal boyutlu bir yapının varlığı saptanmıştır. Bu nedenle yapı hakkında yeni bir yorum gündeme gelmiştir. Bu yoruma göre Efes’e üç kez (sonuncusunda Zeus Olympios ön adıyla) gelen İmparator Hadrian için kentin diğer yapıları arasında daracık bir alana sıkıştırılmış küçük bir tapınağın yapılması söz konusu olamazdı. Asıl Hadrian Tapınağı Olympeion olarak adlandırılan anıtsal boyutlardaki yapı olmalıydı. Bundan başka, bu yapının Hadriana adandığını gösteren kitabede M.S. 4 yüzyıldaki onarım sırasında başka bir yapıdan sökülerek getirilip burada kullanılmıştır. Bu da bize M.S. 129 yılında Hadrian’ın Efes’e arkadaşı Antinoos ile birlikte gelişleri ile ilişkili olarak Antinoos için yapılmış olduğunu göstermekteydi.
Latrina, Kuretler Caddesinden çıkan ve Hadrian Tapınağı ile Skolastikia Hamamı arasında kuzeye doğru uzanan tonozlu sokağın hemen başlangıcın da yer almaktadır. Antik dünyanın ve Efes’in en ilginç yapılarından biridir. Efes’in genel tuvaleti olan bu yapının ortasında kare biçimli bir havuz yanlarda ise derin bir kanalizasyon ve bunun üzerinde gerekli olan oturak taşları bulunmaktadır. Hemen önde fazla derin olmayan temiz su kanalı ve bunun önünde de mozaik kaplı bir döşeme bulunmaktadır. Antik dönemde havuzun üzeri açıktı. Havuzun köşelerinde yer alan korint tarzındaki 4 adet sütun, oturma alanın üzerini örten çatı katını taşımaktaydı. Efes Müzesi tarafından 1989–1990 yılların da yapılan onarımlar sırasında, bazı sütunlarla birlikte taban mozaikleri güçlendirilmiş ve ziyaretçi trafiğinin rahatlaması için yapıya yeni bir çıkış alanı yaratılarak ziyaretçi trafiği rahatlatılmıştır.
Efes’te,1958 yılında F. Miltner tarafından yapılan kazılar sırasında, Yamaç Evlerin hemen önünde yer alan tabanı mozaiklerle kaplı bu stoa açığa çıkarılmıştır. Mozaikli kaldırımın hemen güneyinde iki katlı dükkânlar bulunmaktaydı. İkinci katlar dükkân sahipleri tarafından kullanılmaktaydı. Yapılan kazılarda ele geçirilen buluntulara dayanarak bu dükkânlardan birinin meyhane olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Stoa’nın onarımı ve mozaiğin döşenmesi M.S. 440–441 yılları arasında olmalıdır. Çünkü prokonsül Flavius Heliodorus’a yazılmış bir mektubun içeriği buradaki sütunlardan birinin üzerinde kamuya sunulmuştur. Mozaikler, caddenin koduna uygun olarak basamaklarla yükseltilmiştir. Mozaiklerde, kuş, çiçek motiflerinin yanı sıra iki kantharos’tan su içen güvercin betimleri bulunmaktadır.
Kuretler Caddesi’nin alt bölümünde iki mezar anıtı bulunmaktadır. Kentin merkezi yerinde, zengin mimari süslemeleri ile bu yapıların önemli kişiler için yapılmış olduklarını göstermektedir. Oktogon, Kuretler Caddesi’nden güneye doğru inerken Alytarches Stoa’nın batısında yer almaktadır. 1904 yılında kazısı yapılmış ve 1926 yılında mezar odası açılarak süslemesiz bir lahit ortaya çıkarılmıştır. İskelet üzerinde yapılan araştırma sonucu bu mezarın 15 veya 16 yaşlarında bir genç kıza ait olduğu anlaşılmıştır.
Yapılan çalışmalar sonucu, oktogonun bir restititüsyonunu yapmak olanaklı olmuştur. Buna göre yapı kare planlı bir alt yapı üzerinde sekizgen planlı idi ve sekiz köşede de korint tarzında sütun başlıkları olan sütunlar yer almaktaydı. Üst yapı ise basamaklı ve piramidal biçimliydi. Piramidin tepesinde küresel bir süsleme unsuru bulunmaktaydı. Yapı girlandlı friz ve frizin üzerinde dikey akanthus yaprakları ve simayı taşıyan kanatlı grifonlar ve aralarında alçak kabartma olarak yapılmış palmet motifleri ile bezeliydi.
Oktogon mimari süslemelerine baktığımızda bunun M.Ö. 50–20 yılları arasına tarihlenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Tarihi araştırmalara baktığımızda bu tarihte Efes’te önemli bir kadının ölmüş olduğunu öğreniyoruz. Bu önemli kişide Ptolemaios XII nin kızı ve Kleopatra VII’ nın kız kardeşi Arsinoe IV olması gerektiği sonucuna varılmıştır. Antik yazarlara göre Arsinoe IV bu yıllarda Kleopatra VII ile olan mücadelesi sonucu Efes Artemision’a sığınmış ve M.Ö 41 yılında burada ölmüştür. Oktogon olarak bilinen bu yapı büyük bir olasılıkla Arsinoe IV için yapılmıştır. Yapının piramidal çatısı, mimari biçimi ve arkeolojik belgelerin ışığında antik yazarların bu konuda vermiş olduğu bilgilerde bu görüşü doğrulamaktadır.
Kuretler caddesinin sonunda yer almaktadır.1904 yılında kazısı yapılmış ve heroon olarak tanımlanmış olmasına karşılık, geç dönemde uğradığı büyük ölçüdeki değişiklikler nedeni ile Bizans Çeşmesi olarak ta anılmaktadır. Yapı iki katlı ve dikdörtgen forumludur. Üç basamaklı alt yapının en üst basamağı aslan ayağı biçiminde profillidir. Alt kat dor düzeninde triglif ve metop bezemelidir. Metoplar rozet phiale betimleri ile süslüdür. İkinci kat ise İon düzenli sütun ve plasterli idi. Ayrıca üst yapı girlandlı frizlerle süslenmişti.
Son yıllarda yapılan kazı ve araştırmalar sonucu, ilk kazılar sırasında bulunan savaş sahneli friz ve alınlık kabartmaları nedeni ile buranın bir heroon olarak yapılmış olduğu belirlemiştir. Friz ve kabartmalar yapının tarihlenmesi ve kime adandığı konusunda önemli ipuçları vermiştir. Ele geçen arkeolojik ve epigrafik buluntular sonucu ve Pausanias’ın anlatımına dayanarak, buranın Efes Kenti’ni kuran Androklos için planlanmış bir yapı olduğu anlaşılmıştır. Mimari özelliği, frizler ve mezar odasının bulunmayışı bu görüşü doğrulamaktadır. Topoğrafik konumu ve Kutsal Yol güzergâhında bulunuşu böylesine önemli bir yapı için oldukça uygundur.
İon tarzındaki sütun başlıkları ve diğer mimari bezemelerine göre bu heroon M.Ö. 2 yüzyıl ile M.Ö. 50 yılları arasına tarihlenebilir. Olasılıkla Efesliler bu yıllarda eski kent kurucularını hatırlayarak onun anısına böyle bir yapıyı inşa etmişlerdi.
Kuretler Caddesi’nin bitin noktasında ve kütüphaneye geçişin hemen sol (kuzeyi) da üç geçişli olarak planlanmıştır. Yapının genişliği 11,40 ve yüksekliği ise 16,60 m idi. Ortada kemerli yanlarda ise düz entablatürleri kompozit başlıklı sütunlar taşımaktaydı. M.S. 262 yılında oluşan büyük deprem sırasında yıkılmıştır. Kapıda başlayıp, güney batıya doğru bir yol uzanmaktadır. Bu yolun sonunda büyük bir olasılıkla önemli bir dinsel yapının olabileceğini düşündürmektedir. Yakın zamanda yapılan onarım sonucu bu günkü görünümüne kavuşmuştur. İmp. Hadrian zamanında yapıldığı için ona ithaf edilmiştir. Celsus Kütüphanesinde olduğu gibi, Hadrian Dönemi özelliklerini yansıtmaktadır. Bu kapının en yakın benzeri Atina’daki Olympeion yakınında bulunan yine İmp. Hadrian adına yapılmış olan kapıdır.
Üst katta yer alan sütunlu bölmelerde tanrıların, imparator ailesinin ve banilerin heykelleri bulunmaktaydı. Bunların altında ise Artemis’in heykeli bulunmaktaydı. Heykel, Demeas adlı bir Hıristiyan, Artemis’in heykelini (şeytan diye) yerinden sökerek aynı yere bir haç yerleştirmiştir. Bununla ilgili bir yazıtın bulunduğu bir kaide yapıya batı tarafta bitişik olan sunağın üzerine konulmuştu.
Aşağı Embelos, kütüphane ile mermer caddenin birleştiği yerdedir. Kütüphane yapılmadan önce bu alanın Kutsal Artemis ile ilgili bir alan olduğu kimi araştırmacılar tarafından ”Prof. Dr.Knibbe” belirtilmektedir. Artemis Tapınağı’ndan başlayan kutsal yol Panayır Dağı eteklerini dolaşarak Magnesia Kapısı’na buradan da Kuretler Caddesi ile bu alana ulaşıyordu. Mermer Cadde yapılmadan önce, Kutsal Yol Mazeus Mitridates Kapısının olduğu yerden Kent Agorası’na, oradan Stadyum Caddesi, Koressos Kapısı ve Artemis Tapınağı’na ulaşmaktaydı. Bu yolardan biri de, buradan çıkarak Artemis’in doğduğu yer olana Ortigia’ya ulaşmaktaydı. Kimi arkeolog ve araştırmacılar, Kutsal yolların birleştiği böyle bir merkezde, Artemis ile ilgili bir anıtın bulunabileceği ileri sürmektedirler. Bu nedenle Part Anıtı’nın da burada olabileceği görüşü güç kazanmaktadır. Bizans Dönemi’nde Celsus Kütüphanesi’nin önünde yer alan havuzun kenarına dizili olarak bulunan Part Anıtı’na ait kabartmaların büyük bir bölümü şu anda Viyana-Efes Müzesi’nde sergilenmektedir. Bloklardan üç adedi de Selçuk-Efes Müzesinde yer almaktadır. Part Anıtı, bu kabartmalara bakarak Bergama Zeus Atları ile çok yakın benzerlik göstermektedir.
Bazı arkeologlar bu Anıtın orijinal yerinin Devlet Agorası veya Liman Çevresinde olabileceğini söylemektedirler. Ancak burada içinde Artemis Heykeli’nin olduğu daha küçük bir anıtın olması söz konusudur.
M.S. 92 yılında Roma’da konsül ve tüm kamu yapılarının sorumlusu idi. Tiberius Julius Celsus Polemaeaus MS. 105–107 yıllarında da başkenti Efes olan Asia Eyaleti’nin Prokonsülü (Vali) idi. Bu önemli kişi M.S. 114 yılında ve 70 yaşında Efes’te ölünce oğlu Tiberius Julius Aquila onun adına bu kütüphaneyi (kutsal yapı-anıtsal mezar) yaptırmıştır. Ancak, Aquila babası adına kent merkezine bir mezar yaptırmak için izin alamayınca, bu kütüphaneyi yaptırmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle babasının mezarını kütüphanenin merkezi apsisinin altına yerleştirmiştir. Burada bulunan iki menfezden dikkatli bir şekilde bakıldığında kaliteli ve beyaz mermerden yapılmış lahdi görmek mümkündür. Lahdin üzerinde kabartma olarak işlenmiş Eros, Nike ve girlant betimleri vardır. Yapının M.S. 117 yılında tamamlandığı sanılmaktadır. Kütüphanenin ilk kazısı 1903 yılında yapılmaya başlanmış ve bulunan mimari parçalar Agora’ya taşınmış ve burada uzun yıllar kalmıştır. Ön cepheye ait parçaların %70 oranında bulunmuş olması, ileriki yıllarda onarımı oldukça kolaylaştırmıştır. F. Hueber ve V.M. Strocka başkanlığındaki bir ekip,1970–1978 yılları arasındaki çalışmaları sonucu yapı bu günkü görünümüne kavuşturulmuştur. Bu görünümü ile beklide dünyanın en güzel onarım örneklerinden biri gerçekleştirilmiştir.
İmparator Hadrian Dönemi, Anadolu’da inşaat faaliyetlerinin en yoğun olduğu bir dönemdir. Kütüphane, her haliyle bu dönemin mimari özelliklerini yansıtmaktadır. İki katlı cephesi korint düzeninde yapılmıştır. Dokuz basamaklı bir merdiven çıkılan podyumu 21 m uzunluğundadır. Alt katta sekiz sütunun taşıdığı edikulalar arasında kütüphaneye girişi sağlayan üç kapı bulunmaktadır. Kapı çerçeveleri oldukça zengin bezemeli olup, ortadaki kapı daha büyük, geniş ve görkemlidir. Edikula nişlerinin içinde birer adet heykel yer almaktaydı. Orijinalleri, Padişah II. Abdülhamid’in izni ile (olasılıkla 4 ata karşılık) Viyana’ya götürülmüş ve oradaki Efes Müzesi’nde sergilenmektedir. Yerlerinde gördüğümüz heykeller ise bunların kopyalarıdır. Kaidelerinde görülen yazıtlarda, soldan sağa Sophia (bilgelik), Arete (karakter), Ennoia (muhakeme) ve Episteme (bilgi ve deneyim) ifadeleri okunmaktadır. Bunları Romalı yüksek bir memurdan beklenen erdemler olarak sıralayabiliriz.
Kütüphanenin ikinci katında yanlarda tek sütunlu ve üç edikulalı bir düzenleme yer almaktadır. Bunların içinde üç adet pencere ve üstlerinde üçgen ve yarım daire formlu alınlıklar bulunmaktadır. Yanlarda tekli olan bu sütunlar alt kattaki sütunlara göre daha küçüktürler. Kütüphaneye anıtsal görünüm sağlamak için perspektif yanıltma yoluna gidilmiştir. Bu amaçla sütunların oturduğu podyum yay şeklinde ortası yüksek kenarlarda daha alçak şekilde planlanmıştır. Sunak yapısının basamaklarına yerleştirilmiş bir kanalın sağladığı su ile çalışan bir su değirmeni yapılmıştı. Su değirmeni 7.yüzyılda kaldırılarak Kütüphane Meydanı yeniden düzenlenmiştir.
Kütüphanenin içi oldukça geniş “10.92x16.72 boyutlarında” ve taban dekoratif mermerlerle kaplıdır. Batı duvarda yer alan ana nişin içinde bir heykel ele geçirilmiştir. Celsus veya oğlu Aquila’ya ait olduğu sanılan bu heykel İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Yan duvarlarda kitap rulolarının korunduğu nişler bulunmaktadır. Aynı nişler yapının üst katında da görülmektedir. Nişlerin arka bölümleri rutubete karşı önlem olarak boş tutulmuştur. Bunlardan sağdaki mezar odasına ulaşmaktadır. Bu nişlerde 12.000 rulo kitap bulunduğu bilinmektedir.
T. Julius Celsus Polemaeanus’un oğlu da, T.J. Aqila, inşaat bitmeden öldüğü için, kütüphanenin inşaatı varisleri tarafından tamamlanmıştır. T.J. Aquila ölmeden önce, yapmış olduğu bir vasiyet üzerine, Celsus Kütüphanesine kitap ruloları sağlanması koşulu ile kütüphane vakfına 25.000 dinar bağışlamıştır.
Celsus Kütüphanesi, Antik Dünyada bulunan dört önemli kütüphaneden (Bergama, İskenderiye, Efes ve Nysa) biriydi. Kütüphanenin iç bölümü ve kitap ruloları M.S. 262 yılındaki oluşan büyük deprem ve Got saldırıları sonucu büyük ölçüde yanmış ve zarar görmüştür. Cephesi bu saldırıda fazla hasar görmemiştir. Podyuma çıkan merdivenlerin hemen önüne M.S. 4 yüzyılda bir çeşme ve Part Anıtına ait kabartmalarının kullanıldığı bir havuz yapılmıştır. Kütüphanenin ayakta kalan cephesi de M.S. 10 yüzyılda oluşan büyük bir deprem sonucu tamamıyla yıkılmıştır.
Mazeus ve Mithridates, İmparator Augustus ve ailesinin hizmetinde görev almış köleler arasında yer almaktaydılar. Çalışkanlıkları ve iyi huyları sonucu azat edildikten sonra Efes’e yerleşmişlerdi. Efes’te ticaret yaparak zengin olunca ve İmp. Agustus’un izni ile bu kapıyı “M.Ö. 4–3” inşa ettirdiler. Kapı, İmparator Augustus, karısı Livia, kızı Julia ve damadı Agrippa’ya ithaf edilmiştir.
Kütüphanenin hemen kuzey bitişiğinde yer alan bu kapı aynı zamanda Agora Güney Kapısı olarak da anılmaktadır. Ortygia’ya giden yol kavşağında yer alan Triodos Kapısı (Üç yol kapısı) kent tanrıçası adına 6 Mayıs’ta yapılan dini alayların geçiş noktasındadır. Kapı üç kemerli geçişe sahiptir. Geçişler arasındaki kalın plasterler üst yapı bezemelerini ve büyük Attika bloklarını taşımaktadır. İthaf yazıtları bu blokların üzerinde yer almaktadır. Latince olarak kaleme alınmış olan bu yazıtın üzerinde bronz kakma harfler bulunmaktaydı. Yapının çevresinde kentin tahıl tedariki fiyat fermanları, imar planları ve emirler içeren yazıtlarla doludur. Yapının üst bölümünde imparator ve ailesine ait heykeller bulunmaktaydı.
Batıda yer alan
Doğuda yer alan
Mithridates patronis İmparator Caesar, tanrının oğlu Augustus, en büyük rahip,12 kez konsül, imparator, 6 kez tribün ve Caesar Augustus’un karısı Livia, Lucuis’un oğlu Marc Agrippa, 3 kez konsül, imparator, 6 kez tribün ve Julio Caeser Augustus’un kızı, Mazeus ve Mithridates’ten efendilerine ve (halka).
Kapının alt kısmından geçirilen büyük kanalizasyon sistemi nedeniyle, taban seviyesi biraz yükseltilmiştir. Kazılar sonucu açığa çıkarılan bu durum, restorasyon sonrasında, ortadaki geçişin tabanı ilk haline getirilerek eski hali gösterilmeye çalışılmıştır. Kapı,1978–1988 yılları arasındaki çalışmalar sırasında F. Hueber ve ekibi tarafından son derece başarılı bir şekilde restore edilmiştir.
Mermerli caddenin batı kenarında ve ondan 2 m daha yüksekte İmparator Neron Döneminde (M.S. 54–68) dorik düzende inşa ettirilmiştir. Stoanın iki giriş kapısı bulunmaktaydı. İlki Celsus Kütüphanesi önünde yer almaktaydı. Merdivenlerle çıkılan bu bölüm geç dönemlerde tamamıyla değiştirilmiştir. İkinci kapı ise, Büyük Tiyatroya yakın bir noktada ve kemerli bir geçişe sahiptir. Basamaklar üzerinde yükselen kapı kemeri aynı ekip tarafından restore edilmiştir.
Stoanın Mermerli Cadde boyunca uzanan doğu duvarı bloklarında düzensiz oyuklar görülmektedir. Bu oyuklar, ”Bizans Dönemi’ndeki ekonomik zayıflamanın bir göstergesi olarak” geç dönemde açılarak içindeki kurşun ve kenetler alınmıştır. Aynı görüntüyü, Büyük Tiyatro’nun batı duvarlarında da görmekteyiz.
Pazaryeri, Celsus Kütüphanesinin hemen kuzey bitişiğinde yer almaktadır. Ticaret Agorası olarak yapılan bu yapı kare planlı (111x111) olup, üç ana kapısı Mazeus Mithridates Kapısı, Liman Kapısı ve Kuzey Kapısı” bulunmaktadır. Liman Kapısı (batı) İonik düzende ve oldukça gösterişli olarak yapılmıştı. M.Ö. 3. yüzyılda yapılmış olan agora bu günkü görünümüne İmparator Caracalla (M.S. 211–217) zamanında olmuştur. Yapı ayrıca Bizans Dönemi izleri de taşımaktadır. Agoranın kuzey yönü hariç diğer yönlerde üzeri örtülü stoalar ve bunların arkasında dükkânlar yer almaktaydı. Güney ve doğu yöndeki dükkânlar iki katlıydı. Önlerinde iki sıra sütun dizisi bulunmaktadır. Bu sütunlar başlangıçta granitten yapılmıştır. M.S. 4 yüzyılda yapılan onarımlar sırasında mermer sütunlarda kullanılmıştır. Önemli toplantılarında yapıldığı yer olan agoradaki dükkânlarda, bakır, bronz ve seramik kaplar ve eşyalar, ipek, parfüm, şarap, bal, zeytin, zeytinyağı, tuz ve endüstriyel maddeler ”obsidiyen ve sileks”, yün, yapağı ve mermer gibi ürünler yer almaktaydı. Antik Dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Efes Kent Agorası’nda, Anadolu ve dünyanın birçok kentinden gelen insanlarla karşılaşmak mümkündü.
Oldukça geniş bir meydan görünümündeki Agora’nın ortasında, kente hizmeti dokunan kişilere ait heykeller, güneş ve su saatleri bulunmaktaydı. Yapılan kazılar sırasında bunlara ait kalıntılar açığa çıkarılmıştır. Kazılarda bu heykellere ait çok sayıda heykel kaidesi bulunmuştur. Son yıllarda yapılan kazılar sırasında da Agoranın Helenistik, Klasik ve Arkaik dönemine ait buluntularına ulaşılmıştır. Kutsal yola ait kalıntılar ve bunun kenarında yer alan mezarlar açığa çıkarılmıştır. Ayrıca, M.Ö. 900–700 yılarına tarihlenen bol miktarda seramik parçasına da rastlanmıştır. Burada Helenistik Dönem öncesi bir yerleşmenin olduğu kesinlik kazanmıştır.
Hadrian Kapısı’ndan batıya giden yol ile Agora’nın güneybatısındaki merdivenli geçiş Serapis Tapınağına ulaşmaktadır. M.S.2 yüzyılda Antoninler Döneminde, Geç Helenistik yapı kalıntılarının üzerine yapılmıştır. Mısırlı kolonistlerce yaptırıldığı tahmin edilen Tapınak yüksek bir teras üzerine oturtulmuştur. Prostylos benzeri bu tapınak 29,20x36,70 metre boyutlarındadır. Ticaret agorası batı kapısı uzantısında 24 metre genişlik ve 160 metre uzunluğunda stoasın bulunmaktadır. Stoanın kazısı 1991 yılında yapıldı ve stoanın iki katlı olduğu ve buradan tapınağa geçildiği anlaşılmıştır.
Serapis Tapınağının cellasının üstü taş tonozla örülmüştür. Cellanın duvarı oldukça kalındır. Cellanın önünde yer alan portiko da kolasal yapıda ve 3,10 ara ile dikilmiş, 8 adet korint tarzında sütun bulunmaktaydı. Sütunların kaidelerinin çapları 1,5 metre yüksekliği ise 14 metre dir. Korint başlığı taşıyan sütunlardan her biri yaklaşık 57 ton ağırlığındaydı. Madenden yapılmış olan Tapınak kapısı iki kanatlı ve 6 metre uzunluğundaydı. Bu amaçla kapının rahat hareketi için altına tekerlek yerleştirilmişti. Tekerleğin hareketi ile oluşan izler stylobat üzerinde görülmektedir. Tapınağın çevresinde görülen yarı işlenmemiş parçalar, Tapınağın gününde bitirilmemiş olduğunu göstermektedir. Tapınağın kazısı, R. Heberdey tarafından 1911–1913 yıllarında yapılmış ve granitten yapılmış Mısır tarzında bir heykel bulunmuştur. J. Keil 1926 yılında yaptığı kazı sırasında ilk kez buraya Serapeion adını vermiştir. Bulunan bir yazıt tapınağın Serapis’e adandığından söz etmektedir. Kültte çok su kullanılmış olması buranın su ile ilgili bir tanrıya adanmış (şifa getiren) olduğunu da göstermektedir.
Pers Dönemi ile birlikte Efes, Mısır ile çok sıkı ilişkiler içine girmiş bu nedenle de, Efes ve Aleksandria (İskenderiye) arasında ekspres gemilerle ticaret yapılmaya başlanmıştır. Kazılar sırasında bu yönde bulanan eserlerde bunu doğrulamaktadır. Efes Müzesi’ndeki Artemis ve Serapis’in betimlendiği kabartma bunun en güzel örneğidir.
Roma dinlerinde, Homeros’unda değindiği gibi ölen kişiler öteki dünyada “Hades” ruh halinde ve çoğu zaman acı çekerek dolaşırlar. Bu nedenle “öteki dünya” yaşantısı yoktur. Oysa Mısır dinlerinde ölümden sonra yeniden dirilmeye inanılmakta ve öbür dünyada yaşamayı öngörmekteydi.
Serapis Tapınağı, M.S. 262 yılında oluşan deprem sırasında büyük ölçüde hasar görmüştür. Stoaya ait kimi parçalar agora ve başka yerlerde kullanılmıştır. Theodosios (M.S. 378–395) döneminde de batı stoa alanı molozla doldurulduktan sonra, alan Hıristiyanlık kült merkezi haline getirilmiştir.
Kütüphanenin hemen karşısında ve latrinaya güney batı yönde bitişik peristylli bir ev bulunmaktadır. Bu ev büyük bir olasılıkla İmparator Traian Döneminde “M.S. 98–117” bitişik mekânlarla birlikte bir yapı kompleksi “Skolastikia Hamamı ve Latrina” oluşturmaktadır. Büyük deprem sonrasında üç yapıda “M.S 4. yüzyılda“ onarım görmüştür. Yapını ana girişi Mermer Caddeye açılmaktadır. Kuretler Caddesine açılan başka bir kapı daha bulunmaktadır. İki katlı olarak yapılan Aşk Evi’nin ikinci katı tümüyle yıkılmıştır. Alt katta duvarlar zengin fresklerle kaplı idi. Pek fresk günümüze ulaşmıştır.
Büyük ve düzgün mermer bloklar ile kaplı olan bu cadde Kütüphanenin önünde başlayıp Büyük Tiyatro’nun önünde bitmektedir. Kutsal Yol bu caddeyi de dolanarak Herakles Kapısı’na ulaşmaktadır. Cadde doğu yönde önde sütunların taşıdığı bir stoa arkada ise dükkânlar yer almaktadır. Sol (batı) yönde Büyük Tiyatro’ya kadar uzanan Neron Stoası yer almaktadır. Cadde’nin stoa tarafındaki dar kaldırımda Aşk Evi’nin reklâmının yapıldığı ifade edilen bir pano bulunmaktadır. Bizans Dönemi’ne ait yazıtlı bir kadın başı, yanında sol ayak ve ok değmiş bir kalp betimi olan kazıma olarak yapılmış bir pano yer almaktadır. Limana gelen denizcilerin Aşk Evi’ni kolaylıkla bulmaları için yapılmış bir reklâm olarak yorumlanmaktadır. Stoanın duvarını oluşturan yapı taşlarının içindeki kurşun ve demirler geç dönemde yerlerinden alınmış ve bu sırada oyuklar açılmıştır. Tabandaki mermer bloklar üzerinde yer yer ustalara ait simgeler (imza) bulunmaktadır. Mermer Caddenin altında oldukça düzgün bir kanalizasyon sistemi vardır. Bu cadde üzerindeki basamaklı ve kemerli bir kapı ile Neron Stoa’ya geçilmekteydi. Bu stoa caddeden 1,70 metre yüksektedir. Günümüzde, burası Agora’yı seyreden bir teras olarak kullanılmaktadır.
Cadde M.S 5 yüzyılda Efes’li bir eşraf olan Eutropios tarafından onartıldığı için, buna karşılık Efesliler, caddenin üzerine büstünü diktirmişlerdir. Tiyatronun batısında devşirme malzeme ile yapılmış kent kapısı bulunmaktadır. Caddenin onarılmamış bölümlerinde 10–15 cm derinlikte oluşmuş tekerlek izleri görülmektedir. Büyük Tiyatro önünde bunu açıkça görmekteyiz. Ayrıca geç dönemde yapılan onarımlarda Efes’in diğer yapılarından getirilen sütun ve büyük mimari bloklar burada kullanılmıştır. Bu amaç için Agora’daki granit sütunlar ile Stadyum’dan mimari parçalar getirilmiştir.
Panayır Dağı’nın eğiminden yararlanılarak yapılan Büyük Tiyatro’nun yönü batıya doğrudur. İlk kez Lysimakhos Döneminde planlanmıştır. M.Ö. 1.yüzyıla tarihlenen çeşme yapısı tiyatronun orijinini kanıtlamaktadır. Antik tiyatro yapılarında olduğu gibi üç ana bölümden oluşmaktadır. Yarım daireden biraz büyük olarak planlanmış tiyatroya, ayrıca tiyatronun en üstünde Panayır Dağı’nda Kuretler Caddesi’ne doğru uzanan sokağa açılmaktadır. Sahne yapısı (skene), Orkestra (oyun alanı) ve Oturma alanı(cavea) gibi.
Sahne yapısının yüksekliği yaklaşık 18 metreyi bulmaktaydı. Bu yapı tiyatronun en görkemli ve gösterişli bölümüdür. Sahne seyircilere doğru yönelen iç cephesine önem verilerek üç katlı ve sütunlarla süslenerek ve desteklenerek yapılmıştı. Sütunların arka bölümünde yer alan üçgen ve yarım daire biçimli alınlıklı nişlerde önemli kişilere ait heykeller bulunmaktaydı. Halen sağlam olan zemin kat kuzey güney yönde uzanmaktadır. Kuzey yönde bulunan bir geçit ile orkestraya, diğer kapı ile sahne yapısının altındaki koridora geçilmektedir. Koridorun batı yönünde sıralı sekiz oda yer almaktadır. Koridorun ortasında doğu yöndeki bir kapı ile orkestraya geçilmektedir.
Helenistik Dönemde tiyatronun sahnesi 3 metre genişlik ve yaklaşık 3 metre kadar yükseklikteydi. Roma İmparatorluk Döneminde genişliği 6 metre, uzunluğu ise 25,5 metreye çıkarılmıştır. İmparator Claudius zamanında, tiyatroda günün şartlarına uygun olarak önemli değişiklikler yapılmıştır. Sahne yapısı aynı kalmakla birlikte öne ve orkestranın içine doğru 3 metre kadar uzatılmıştır. Proskene olarak adlandırılan bu bölümün yapımı için iki sıra sütun kullanılmıştır. Yapı günümüzde yerinde görülmektedir. Bu bölümün arkasında ana yapıya üç katlı sütunların taşıdığı oldukça gösterişli bir cephe yapılmıştır. Bu cephe nişler heykeller ve kabartmalarla bezenmiştir. Tiyatroya yapılan ilaveler sırasında, orkestraya iki yandan girişi sağlayan paradoslar kapatılarak bunun yerine tünel görünümündeki girişler yapılmıştır. Kuzey yöndeki bu giriş günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Güney yöndeki giriş ise geç dönemde kapatılmıştır. Sahnenin ön tarafına doğru uzatılan proskeneye, asıl yapıdan açılan beş ayrı kapıdan geçilmekteydi. Yan kapıların aksine ortadaki kapı daha büyük ve gösterişliydi. Bu yapısı ile sahne binası göz yanıltması ile olduğundan daha büyük gösterilmeye çalışılmıştır.
Ortada yer alan büyük kapının üzerinde bir niş ve bunun içinde de imparatora ait heykel veya portre bulunmaktaydı.
Büyük Tiyatro’da İmparator Claudius zamanında “M.S. 41–54” başlayan değişiklik çalışmaları İmparator Traian döneminde “M.S.98–117” tamamlanmıştır. Kazılar sırasında sahne binasının ikinci katına ait bazı bölümler fazla tahrip olmamış bir şekilde açığa çıkarılmıştır. İkinci kat birinci kattan farklı bir plana sahiptir. Ortada uzun bir koridor ve bunun proskene tarafında beş kapı, batı yönde ise iki sıra oda bulunmaktadır.
Tiyatronun orkestrası 34 metre çapında ve yarım daireyi biraz aşmaktadır. Helenistik Döneme tarihlenen tiyatronun orkestrası daha küçüktü. Bunu çevreleyen kanala ait kalıntıları yerinde görmek mümkündür. Roma İmparatorluğu Döneminde çapı 5 metre kadar genişletilmiştir. Orkestranın tabanı, bir bölümü yeşil renk olan mermer levhalarla kaplanmıştır. Günümüzde bunların büyük bir bölümü yenilenmiştir. Orkestranın çevresinde taş koltuklar bulunmaktaydı. Bu koltuklarda belediye meclisi üyeleri (boule), ihtiyar heyeti (gerousia), kabileler (phyle) ve tören konuşmacıları (theologes) oturmaktaydı.
Cavea 154 metre çapında yarım daire biçiminde ve tabandan en üst seviyeye kadar olan yükseklik farkı 38 metredir. İki diazoma ile üç parçaya bölünmüştür. Tiyatronun kapasitesi yaklaşık 24.000 kişidir. Tiyatroda en üst oturma biriminden sonra sütunlu bir galeride bulunmaktaydı. Orkestradaki en düşük sesin bile ta yukarılardan duyulmasını sağlayan akustiğe de çok büyük katkısı bulunmaktaydı. Sahne yapısı gibi, Cavea da, son şeklini İmparator Neron “M.S. 54–68 ve İmparator Septimus Severus “M.S. 193–211” döneminde yapılan değişikliklerle almıştır.
Tiyatro oyunlarının kökeninde Şarap Tanrısı Dionysos adına yapılan ayin ve törenler bulunmaktadır. Bu nedenle her oyundan önce Dionysos adına kurban kesildikten sonra oyunlar başlamaktaydı. Yamaç Evlerin duvarlarındaki freskolarda görülen tiyatro ile ilgili sahne ve mask betimleri bu görüşü doğrulamaktadır.
Efes Büyük Tiyatro’da, tiyatro oyunlarının yanı sıra, Efeslilerin katıldığı toplantılar da yapılmaktaydı.
Büyük Tiyatro diğer yapılar gibi MS.262 yılında oluşan büyük deprem sırasında oldukça hasar görmüştür. Daha sonra M.S. 359–366 yılları arasında meydana gelen başka depremler sonucu kuzey analemma hasar görmüş ve bir daha kullanılmamıştır. Tiyatroda belirli bir dönem gladyatör dövüşleri de yapılmıştır. Giderek küçülen Efes Kenti, M.S 8 yüzyılda tiyatro da yapılan büyük değişiklerle kentin savunma sistemi içine katılmıştır.
Büyük Tiyatro’nun yöresel taşlarla yapılmış olan sahne yapısının kuzeybatı yönünde orijinal (M.Ö. 2 yüzyıl) bir çeşme bulunmaktadır. Önde İon başlığı taşıyan iki sütun çeşmenin sundurmasını (üç fascialı arşitrav ve geison sırası) taşımaktadır. Kuzey yönden gelen su havuza mermerden yapılmış üç aslan başlı çörtenden akmaktaydı. Çeşmenin yan duvarları başlıklı duvarları ile son bulmaktadır.
Çeşme Roma Döneminde (M.S. 4 yüzyıl) bazı değişikliğe uğradı ve yol cephesinde iki yivsiz sütun eklendi. Sütunlardan birinin üzerinde bir yazıt yer almaktadır. Yazıtta “bu çeşmenin suyu Marnas Çayı’ndan getirildiği“ ifadesi yer almaktadır.
Liman Caddesi, Büyük Tiyatro ile liman arasında uzanmaktadır. Caddenin genişliği 11 metre, uzunluğu ise 528 (3 stadion)metredir. İlk kez Helenistik Dönemde yapılan cadde,359 ve 366 yıllarında oluşan depremler sonucu, Thedosius I’in oğlu Arkadius M.S. 395–408 tarafından onartılmış ve bu amaçla bir yazıt diktirilmiştir. Bu nedenle Liman Caddesi’ne, Arkadian Caddesi de denmektedir. Cadde tümüyle mermer bloklarla kaplı, iki yanda üzeri örtülü sütunlu galeriler ve bunların arkasında dükkânlar yer almaktaydı. M.Ö. 1.yüzyılda yapılmış olana bu cadde aynı zamanda bir tören alanı olarak ta kullanılmıştır. Anadolu’dan gelen karayolları burada son bulmaktaydı. Ayrıca denizaşırı ülkelerden gelen tüccar, önemli kişiler, imparator ve prokonsüller bu caddeden yürüyerek kentin merkezine ulaşmışlardır. Cadde’deki mermer döşemenin altında kentin pis sularını denize boşaltan kanalizasyon yapısı, dükkânların altında ise Liman kaynaklarından sağlanan suları taşıyan su kanalları yer almaktaydı. Efes’in suları kesildiğinde, bu kanallardan yararlanılmıştır. Bu amaçla dükkânların içinde bu kanalların giriş bölümleri (ağızları) görülmektedir.
Efes’in gerileme dönemine rastlayan bu yıllarında, ekonomik kriz nedeni ile taş ocaklarından mermer getirilemediğinden, caddedeki onarımlar sırasında diğer yapılardan getirilen mimarı parçalar hatta sütunlar ve heykeller kullanılmıştır. Caddenin her iki başında, ”Liman ve Tiyatro yakınlarında” günümüzde sadece temelleri görülebilen zafer takı şeklinde anıtsal bir kapı bulunmaktaydı. Caddenin orta bölümüne ise olasılıkla M.S. 5 yüzyılda dikilmiş dört görkemli sütun süslemektedir. Sütunların üzerinde muhtemelen dört İncil yazarının heykelleri dikiliydi. Sütunlardan biri ve diğerlerinin kaideleri yerinde görülmektedir. Ünlü Kral Yolu burada sonlanmaktaydı. Bu nedenle, Efesliler bu caddede gezinti yapmayı çok seviyordu. Kazılar sırasında bulunan bir yazıtta bu caddenin geceleri elli meşale ile aydınlatıldığı yazılıdır. Meşaleler ile aydınlatılan bu cadde sayesinde Efes Kenti pırıl pırıl, canlı ve gösterişli bir kent görünümü kazanmaktaydı. Yazılı kaynaklara göre, dünyanın pek az antik kenti geceleri aydınlatılmaktaydı. Bu kentler arasında Roma, Efes ve Antiocheia bilinmektedir.
Liman Caddesi mermer döşemesi üzerinde ve yan galerilerde çocukların ve hatta büyüklerin oynaması için oyun panoları yer almaktadır. Büyükler için olduğu anlaşılan bir oyun panosu üzerinde ilginç bir yazı bulunmaktadır. Buna göre pano 36 bölüme ayrılmış ve her bölüme bir harf yerleştirilmiştir. Harfler tamamlandığında şu cümle “Para kaybı suretiyle büyük neşe yaratan tabla” ortaya çıkmaktadır.
Cadde de bulunan bir başka yazıtta, Efes’teki resmi işlemler sırasında ödenmesi gereken paralardan bahsedilmektedir. Buna göre maydanoz satma harcı 1 dinar, tuz satma harcı 1 dinar, nüfus kaydı 1 dinar, oyunlarda şampiyon edilme harcı 6 dinar (eğer doğum yapan kişi belli bir sınıftansa 100 dinar) idi. Efes Kenti’nde böyle bir nüfus kaydına sahip olmak oldukça önemli bir ayrıcalık ve çok önemli haktı.
Büyük Tiyatro’nun kuzeybatı bölümünde, Stadyum’a ulaşan caddeye doğu yönde bitişiktir. Efes’te yaygın olan Gymnasion-hamam kompleksini oluşturmaktadır. Yapı kare planlı olup, girişi palaestra tarafındandı. Ana yapı kuzey güney doğrultuda ve simetrik olarak planlanmıştı. Palaestra avlusu 70 x 30 metre boyutlarında olup çevresindeki portikler mozaiklerle kaplıydı. Sadece palaestra bölümünde kazı yapılmıştır. Güney bölümde palaestrada bitişik olarak yapılan hamam klasik Roma hamamı özeliklerindedir. Yanlarda öğrencilerin eğitimi ile ilgili salonlar yer almaktaydı. Kuzeyde yer alan beş oda ise kitaplık ve konferans salonu olarak ayrılmıştır. Bunların ortasında yer alan apsidal duvarlı salon Gymnasion’un “İmparator Salonu” idi. Palaestra üç taraftan sütunlu bir portikle çevrilidir. Asıl yapı yönünde tribün olarak kullanılan basamaklar bulunmaktadır. Buradan palaestrada yapılan sporla ilgili antrenmanlar izlenmekteydi.
Erken Roma Döneminde yapılan Gymnasion, olasılıkla tiyatro sanatçılarının eğitimine tahsis edildiği için “Tiyatro Gymnasion’u” olarak adlandırılmıştır.
Büyük Tiyatrodan batıya doğru uzanan Liman Caddesi’nin kuzey yönü genel olarak spor tesislerine ayrılmıştı. Burada yapılan araştırmalarda çevresi portiklerle çevrili 200 x 240 metre boyutlarında büyük bir spor kompleksi yer almaktaydı. Liman caddesine bağlantısı beş geçitli güzel bir kapı ile olmaktaydı. Ayrıca, batıda yer alan Gymnasionlar ile bağlantısı vardı. Çevresindeki portikler üç sıra sütunlu ve taban mermer plakalarla kaplıydı.
Alan ve portikler, İmparator Hadrian Döneminde Asia Eyaleti başrahibi olan Verulanus tarafından yaptırılmıştır.
Efes’in merkezinde bu denli geniş ve değerli bir alanın gençlerin eğitimi ve spora yönelik olarak ayrılmış olması, oldukça önemlidir. Bu özellikleri ile Roma Döneminde gençlere ve onların eğitimine ne denli önem verildiğinin bir kanıtıdır.
Liman Gymnasion’un batısında ve bu yapı ile organik bağları olan bir yapıdır. 160 x 170 boyutlarındaki bu yapı Efes’teki en büyük yapılardan biridir. Bazı salonlarının yüksekliği yaklaşık 28 metreye yakındı. Doğusunda gymnasıona bakan tarafında nişli, dar ve uzun bir salon bulunmaktaydı. Batı bölümde ise birbirine kapılarla bağlanan salonlar yer almaktadır. Ortada frigidarium yanlarda da soyunma odaları vardır. Frigidarium’un ortasında elips planlı 30 metre uzunluğunda büyük bir havuz vardır. Bu bölümde duvar kenarlarında 11 metre boyutlarında gri ve pembe renkli sütunlar ve bunların üstünde kompozit başlıklar vardı. Bu sütunlar tuğladan yapılmış tonozlu çatıyı taşımaktaydı. Soyunma bölümü, büyük taş bloklarla yapılmış oldukça güçlü taşıyıcı ayaklar ve bunların aralarında nişlere sahipti. Kazısı yapılmış olan bu bölümde çok sayıda heykel bulunmuştur. Heykellere ait kaideleri halen yerinde görmek mümkündür.
Hamamın en sıcak yeri olan Kalidarium ve Tepidarium daha batıda yer almaktadır. Bu bölümlerin kazısı yapılmamıştır. Liman hamamı büyük bir olasılıkla M.S 2. yüzyılın başlarında büyük inşaat faaliyetleri sırasında Gymnasion ile beraber yapılmıştır. II. Konstantin Döneminde (M.S. 337–361) meydana gelen büyük bir deprem sonucu hasar görmüş ve bu nedenle yapılan onarımlar sonucu büyük değişikliklere uğramıştır.
Verulanus spor alanının batısında yer almakta ve İmparator Hadrian Döneminde “M.S.117–138” yapılmıştır. Ana girişi Liman caddesine bakan elips planlı, tabanı mozaikle kaplı ve çevresi portikli olan bölümdendir. Bunun kuzeyinde atriuma geçilen kapı yer almaktadır. Kapının iki yanında iki havuz vardır. Havuzlar geç dönemde, boğa başlı ve girlant kabartmalı levhaları yan yana dizilmesi ile oluşturulmuştur. Yapı 20 x 40 metre ölçülerinde ve orta kısmında tabanı mozaikle kaplı palaestra yer almaktadır. Bunun çevresinde diğer Gymnasion yapılarında olduğu gibi odalar, salonlar ve latrinası bulunmaktaydı. Ayrıca, kuzey yönde İmparator Salonu olarak bilinen bir salon bulunmaktaydı. Bu salonun kuzey duvarı apsidal planlıydı.
Gymnasion iki katlı bir yapıya sahipti. Yapılan kazılar sırasında bulunan heykeller “bronz atlet heykeli, mermerden yapılmış ördekle oynayan çocuk heykeli, Herakles ve Kentauros heykelleri “Avusturya’ya götürülmüş ve Viyana-Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Günümüzde, özellikle baharda Herakles kapısı civarından kuzey batıya baktığımızda küçük bir gölet ve onu çevreleyen sazlıklar görülmektedir. Efes limanı, liman caddesinin bitiminde yer almaktadır. Bugün sadece temel kalıntılarını gördüğümüz anıtsal bir kapıdan sonra Efes Limanı bulunmaktaydı. Liman antik dünyanın en işlek ve en yoğun ticaret kapasitesine sahip olan limanlarından biriydi. Bu liman Küçük Menderes Nehri’nin(Kaystros) getirmiş olduğu alüvyonlarla dolduğu için zaman zaman temizlenmiş ve bazı önlemler alınmıştır. Pergamon kralı II. Attalos (M.Ö. 159–138) büyük yelkenlilerin Liman Caddesi başlangıcına ulaşabilmesi için, limanın açık olan yönü derinleştirilmiş ve bu amaçla ağzına bir set yaptırılmıştır. Ancak bütün bunlara karşın liman hızla dolmaya devam etmiştir. Ayrıca M.S. 61 yılında prokonsül ve sonraki yıllarda imparator olan Hadrian, Efes’e geldiğinde limanı temizletmeyi hatta Kaystros Nehri’nin yatağını değiştirmeyi planlamıştır. Kazılar sırasında bulunan bir yazıtta da “Efesli bir vatandaşın 26.000 denarus harcayarak limanı temizlettiğini öğreniyoruz. Bütün bu çabalara karşın zamanla liman dolmuş ve Efes denizden 4,5 km kadar uzaklaşmıştır. Günümüzde limanın olduğu yerde gözelerin oluşturduğu bir gölet ve onun çevresinde bataklıklar oluşmuştur. St. Paulus Tepesi kuzey eteklerinde ve antik kanalın yakın çevresinde limana ait antrepoları ve bazı kalıntıları görmek mümkündür. 27–04–1992 yılında Efes Müzesi olarak kanal boyunda yaptığımız kazılar sırasında, antik kanala ait bazı mimari kalıntılar açığa çıkarılmıştır.
Efes’teki en önemli dini yapılardan birisi de Meryemana adına ilk kez yapıldığı bilinen Meryem Kilisesidir. Liman Hamamlarının hemen kuzeyinde yer almaktadır. Kilise Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yere sahipti. M.S. 431 yılında ilk konsil toplantısının burada yapılmış olması ayrı bir öneme sahipti.
Kilise M.S. 2 yüzyılda 260 metre uzunluk ve 30 metre genişlikte, bir Museion olarak inşa edilmiştir. Bu mekânda yüksek eğitim, tıp ve buna benzer bilimler okunur ve tartışılırdı. Bulunan bir yazıtta burada görev yapan hekim ve profesörlerin vergi bağışıklığının olduğundan söz edilmektedir. Bu bağışıklık aynı zamanda eyalet sınırları içinde de geçerliydi. Üç nefli ve Bazilikal bir plan gösteren Museion’un doğu ucuna M.S. 4 yüzyılda bir apsis yapılarak bazilikaya dönüştürülmüştür. Atrium ile kilisenin nefleri arasında kalan nartex tabanı oldukça zengin mozaik döşemeye sahiptir. Atrium’un merkezi kısmı Efes’teki farklı yapılardan getirilen devşirme malzeme ile yazıtlı büyük bloklarla kaplanmıştır. Bazilikanın üstü ahşap bir çatıya sahip olduğu ve orta nef yan neflerden daha yüksek olduğu bilinmektedir.13 metre genişliğindeki orta nefi 40 adet sütun taşımaktaydı. Çok eskiden beri 40 sayısı büyüklük sembolü olarak benimsenmiş ve Tanrısal beklentinin simgesi olarak kabul edilmiştir. Vaftizhane’nin sekizgen planlı merkezi kısmı ve batıda bulunan salon açığa çıkarılmıştır. Doğuda da bir salonun olabileceği düşünülmektedir. Erken Bizans Dönemi vaftizhanelerine örnek oluşturan yapının merkezi kısmında yuvarlak bir vaftiz havuzu bulunmaktadır. Bu büyük mermer havuz (omphalos),Liman Hamamından getirilerek geç dönem kilisesinin avlusuna konulmuştur. Bu bölümün üstü bir kubbe ile örtülüydü. Burada ki büyük nişlerin köşelerindeki Latin haçı motifleri sağlam kalmıştır. Meryem Kilise’si, St. Jean Kilisesi’nde olduğu gibi, İmparator Justinianus Dönemi’nde (M.S.527–565) büyük ölçüde plan değişikliğine uğramıştır. Bu nedenle, apsis ile nartex arasındaki bölüme merkezi planlı tek kubbeli daha küçük bir kilise yapılmıştır. Yapının inşaatı sırasında tamamıyla tuğla malzeme kullanılmıştır.
10. yüzyılda olasılıkla bir deprem sonucu yıkılan kubbeli kilise ibadet edilemez hale gelince, daha önce boş bırakılan büyük apsisin önüne yeni bir kilise yapılmıştır. Bazilikal planlı bu küçük kiliseye ait ikonastasis sütunları ve aradaki bazı korkuluk levhaların bir bölümü restore edilmiştir. Kilisenin güney kısmına bir şapel eklenmiştir.
Meryem Kilisesi’nde 431 yılında yapılan konsil Toplantısı’nda “Meryem’in Tanrı İsa’nın anası değil, İnsan İsa’nın anası olduğu tartışılmıştır”. Bu yöndeki tartışmalar devam edince, İmparator Theodosius, Efes’te 3 Genel Konsilin toplanmasını emretmiştir. Toplantıya, İstanbul Patriği Nestorius, İskenderiye Patriği Kyril, Antiocheia Patriği Jean ile Efes Patriği ve Papa’nın temsilcisi de katılmıştır. Üç ay süre ile bu konular tartışılmış ve bu süre içinde Efes oldukça karışık günler yaşamıştır. Meryem Ana’nın Efes’e ilk geldiğinde bir süre burada kaldığı ve Efes’te gömülü olduğu kayıtlara geçirilmiştir.
Meryem Kilisesi’nin kuzeyinde yer alan düzlük alanın ortasında hafif yükselti oluşturan yerde,1972–1983 yılları arasında yapılan kazılar sırasında büyük tapınağa ait temeller ve bu tapınağın üst yapısına ait sütun başlığı, friz ve diğer mimari parçalar bulunmuştur. Bu alanda deniz doldurularak Tapınak yapılmıştır. Başlangıçta bu tapınağın Asklepios Tapınağı olabileceği düşünülmüş, daha sonra Antik yazar Pausanias’ın anlatımlarına dayanarak Efes Olympeionu (Olympia Tapınağı) olduğu kesinlik kazanmıştır.
İmparator Hadrian Dönemi’nde (M.S. 117–138) inşa edilen tapınağın ölçüleri 89 x 56 metre boyutlarındadır. Hemen hemen Artemis Tapınağı ölçülerine yakın ölçülerde olan Olympeion Tapınağı Limandan ve kentin diğer alanlarından görülebilecek görkemli bir yapıdaydı. Kuzey güney doğrultuda uzanan tapınak 60 metre uzunlukta,74 adet sütunu bulunan Pseudodipteros planlı olduğu ve kolasal yapıdaki sütunlar ve korint düzeninde sütun başlıklarına sahip olduğu bilinmektedir.
Efes’teki birçok yapı gibi bu yapıda Bizans Döneminde yıkıma uğramıştır. Bizans Döneminde kent surlarının yapımı ile Meryem Kilisesi’nin inşaatı sırasında bu tapınağa ait mimarı parçalar ve sütunlar sökülerek kullanılmıştır. Hatta temel blokları bile yerlerinden alınarak yeniden kullanılmıştır. Yeni kazılarla tapınağın portikoları açığa çıkarılmıştır.
Olasılıkla 4.yüzyılda fanatik Hıristiyanlar tarafından yakılıp yıkılmış ve mimari parçaları kireç yapımında kullanılmıştır. Ayrıca temeldeki blokları birleştiren metal kenetlerde yaklaşık 1 asır sonra sökülmüş ve başka amaçla kullanılmıştır.
Efes’in kuzeye doğru Koressos Kapısına doğru çıkıştaki meydanın ortasında çok karmaşık bir plan gösteren yapı grubu bulunmaktadır. Ana özelliklerine baktığımızda bunun muhtemelen M.S. 5–6 yüzyılda yapılmış bir saray olduğunu söyleyebiliriz. Yapının batı bölümünde bu cepheyi boydan boya içine alan apsidal bir salon vardır. Salon dinlenme mekânı olarak kullanılmıştır. Bunun doğusunda ve cadde yönünde biri birinden bağımsız iki yapı grubu yer almaktadır. Güneydeki yapının ortasında sekizgen (oktogonal) forumlu bir salon bulunmaktadır. Salonun köşelerinde yarım yuvarlak nişler ve köşelerde sütunlar vardır. Yapı oldukça süslü bir mimari yapıya sahipti. Bu salonun güneyinde bir şapel yer almaktadır. Bu salondan doğu ve batıya açılan kapılar, apsidal planlı ve daha küçük salonlara açılmaktadır. Yapının kuzey ve batı yönü oldukça karmaşık planlı bir plan özelliği göstermektedir. Bunun ortasında üzeri tonozla örtülü olduğu düşünülen Tepidarium ve doğusunda birtakım küçük odalar yer almaktadır. Yapıda görülen banyo mekânları, hemen bitişiğinden geçen Kutsal Yol’un paralel uzanmaktadır. Bu mekân, M.S. 1. yüzyılda yapılmış olan daha eski yapıya ait olmalıdır.
Yapılan kazılarda yapının içinde bol miktarda küp kalıntısı bulunmuştur.
Efes Alt kapıdan Selçuk’a yöneldiğimizde, Stadyum’un hemen batısında bir tepe görülmektedir. Tepe, olasılıkla çok erken yıllarda batı ve kuzey yönde denize kıyısı bulunmaktaydı. Yapılan kazılar sırasında bu yönde herhangi bir sur duvarı kalıntısına rastlanmamış olunması bu görüşü doğrulamaktadır. M.Ö. 1. binde Efes’i kuran Androklos mitindeki anlatımlara çok uymaktadır. Efes’in kurucusu Androklos’un yaban domuzunu vurup Tanrı Apollon’a şükran borcunu ödemek için tapınak yaptırdığı yerin bu tepe olduğu sanılmaktadır. Tepe bu yapısı ile Koressos Akropolisi olma özelliğini göstermektedir. Tepede son yıllarda yapılan kazılarda, kuzey ve batı yönü hariç diğer yönlerde bir sur duvarı ile çevrili olduğu anlaşılmıştır. Bu duvarların Lysimakhos Dönemi kent duvarlarından önceye tarihlenmiş olması, tepenin erken döneme ait bir akropol olma durumunu güçlendirmiştir. Bilindiği gibi Lidyalılar M.Ö. 565 yılında Efes’i kuşattılar. Bu kuşatma sırasında, Efesliler kale ile Artemis Tapınağı arasına 1300metre (7 stadion) bir halat bağlarlar. İnanışa göre Tanrıça Artemis’in gücü onları bu saldırıdan koruyacaktır. Bu söylence bile Koressos Tepesi ile Artemis Tapınağı arasındaki mesafeye çok uymaktadır. Efes’in kuşatması sırasında Koressos Tepesi Lidya Kralı Kroisos tarafından yerle bir edilmiştir. Ayrıca, tepede geç döneme kadar yapı faaliyetleri devam etmiştir. Bu nedenle kazılar sırasında burada fazla bir buluntuya rastlanmamıştır. Yine de, kimi buluntular arasındaki parçalar M.Ö. 8 yüzyıla tarihlenmiştir.
Efes stadyumu, Panayır Dağı’nın kuzeybatı eteklerinde ve akropol’ isin hemen önüne yapılmıştır. Stadyumlar, ilkçağda kent yaşamı içinde oldukça önemli bir yere sahip olduğu gibi farklı sportif yarışmaların yapıldığı mekânlardı. Efes stadyumu at nalı şeklinde planlı olup,230 metre uzunluk ve 30 metre genişliktedir. Ana girişi batıdandır. Burada çift sıra sütunlu ve zafer takı şeklindeki bir kapıdan stadyuma girilmektedir. Girişin önünde yer alan ve üzerinde değişik bezemelerin olduğu (tavşan ve vazo betimi) levhalar, Efes’in başka yapılarından getirilerek burada kullanılmıştır. Stadyumun kuzeye yönelik olan bölümünün kodu düşük olduğu için, bu alan tonozlu galerilerle yükseltilerek oturma sıraları bunun üzerine oturtulmuştur. Tonozlu galeriler uzun odalar biçimindedir. Tonozların üzerinde 7–8 metre aralıklarla açılmış havalandırma bacaları bulunmaktadır. Stadyum güney yönde ise Panayır Dağı’nın eteğindeki kayalar düzleştirilerek oturma basamakları oluşturulmuştur.
Efes Stadyumu Helenistik Dönemde yapılmış, İmparator Neron Döneminde (M.S. 54–68) yeniden onarılmış ve bu günkü şeklini almıştır. Ayrıca, M.S. 3 ve 4. yüzyılda oturma sıralarının batısındaki kemerli girişlerde değişiklik yapılmıştır. Bu dönemde bütün Roma Dünyası’nda gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri büyük ilgi çekmiştir. Bu karşılaşmalar daha çok, kalabalık halk kitlelerinin olduğu stadyum, arena ve tiyatro gibi büyük yapılarda yapılmaktaydı. Hıristiyanlığın ilk yıllarında birçok dindar bu nedenle vahşi hayvanların önüne atılarak katledilmiştir. Bu nedenle, Hıristiyanlık resmi din olarak kabul edildikten sonra, Efes Stadyumu acımasızca yıkılmış sökülmüş ve mimari malzemeleri başka yapılarda kullanılmıştır. Stadyumun özellikle, iyi işçilik gösteren ve bir bölü yazıtlı olan oturma sıraları, Efes ve Ayasuluk’taki yapıların inşaatı “St. Jean Kilise’si” sırasında kullanılmıştır. Şu anda, Efes Stadyumundaki oturma sıralarının hiçbirinin yerinde olmayışı bunu göstergesidir.
Artemision’a ulaşan kutsal yolun üzerinde ve Stadyum’un hemen kuzeyinde yer almaktadır. Yapılan kazılar sırasında burada bulunan bir yazıta göre, Efes’in tanınmış ailelerinden olan Vediuslardan P. Vedius Antonius, karısı Flavia Papiana ile birlikte bu Gymnasion yaptırmıştır. Yapı Tanrıça Artemis ve Vedius’ların yakın dostu olduğu bilinen İmparator Antoninus Pius’a (M.S.138–161) adanmıştır.
Gymnasium simetrik bir plana sahiptir. Efes’teki çok mekânlı ve en güzel yapılardan biridir. Yapının doğu bölümü, batıya göre daha geniş tutulmuştur. Palestranın doğusunda ve merkezde imparator salonu yer almaktadır. Palestranın anıtsal girişi güney yöndedir. Propylon palaestranın güney duvarından 3,5 metre kadar dışa çıkıntılıdır. Propylonun batı duvarının içinde yer alan nişte imparator heykeli bulunmaktaydı. Dışta kemerli olan giriş, kemerlerle üç bölüme ayrılarak içte iki sütunla sonlanmaktadır. Propylondan sonra yer alan ilk salon 10x20 ölçülerinde, imparator veya tören salonuydu. Propylonun batısında yer alan Latrinası çok iyi korunmuştur durumdadır. Efes Müzesi henüz kurulmadan önce, burada yapılan kazılar sırasında bulunan heykeller İzmir Arkeoloji Müzesi’ne götürülmüştür.
Günümüzde olduğu gibi, antik dönemde de ölüm hem üzücü, aynı zamanda yeniden var oluş olarak algılanmış ve bu oranda da saygı gösterilmiş ve değer verilmiştir. Ana yollar, kent girişleri ve kent merkezlerinde ”önemli kişiler için” mezarların yer almış olmaları bunu göstermektedir. Kentlerde nüfus yoğunluğu arttıkça, gömü alanları da bu oranda artmış ve nekropol alanları kent dışına taşmıştır. Böylece ana kenti çevreleyen bir ölüler kenti oluşmuştur. Belevi Mezar Anıtı, Şarapçıkuyu, Çukuriçi, Tavşantepe, Yedi Uyurlar, Ayasuluk Tepesi ve çevresi ayrıca Damianus Stoa en önemli gömü alanları (nekropol) olarak sayılabilir. Efes nekropolüde eski geleneklere uyularak kent surlarının dışına yapılmıştır. Bu anlayışın kökeninde büyük bir olasılıkla koku ve sağlık sorunu rol oynamış olsa gerekir. Bu nedenle sadece önemli birkaç kişiye ait anıtsal nitelikteki mezar anıtı kent merkezinde yer almıştır.
Ayrıca, Devlet Agorasında yapılan kazılar sırasında M.Ö. 6 yüzyıla tarihlenen mezarlar açığa çıkarılmıştır. Araştırmalar, bu mezarların Artemis Tapınağı ile bağlantılı olan Kutsal Yol’un iki yanında yer aldıklarını göstermiştir. Bu amaçla mezarların dokunulmazlıklarını sağlamak için bazı yasalar hazırlanmış ve yakalanan mezar hırsızları ağır cezalara çarptırılmıştır. Ancak, kimi mezarların ikinci kez kullanılmasının önüne geçilememiştir.
Çevresinde yoğun mezarların bulunduğu Damianus Stoa, M.S 2 yüzyılda, Efesli bir zengin olan Titus Flavius Damianus ve karısı Vedia Phaedrina adına yaptırılmıştır. Artemis Tapınağı’ndan başlayıp Panayır Dağı’nın kuzey ve doğu eteklerinde dolanan Kutsal Yol’un (Via Sacra Ephesiaca) üzerine Damianus Stoa yapılmıştır. Damianus Stoa 2,5 km uzunluk ve 3,70 metre genişlikte mavimsi yerel kireçtaşından payandaların taşıdığı beşik veya çapraz tonozlar bulunmaktaydı. Küçük Menderes Nehri’ne birleşen Derbent(Marnas) Çayı zaman zaman taşınca stoanın tabanında çöküntüler ve bozulmalar oluşmuştur. Bu nedenle kimi kez caddenin kodu yükseltilmiş ve onarımlar yapılmıştır. Yapılan kazılarda bulunan sikkelerden de anlaşıldığı kadarıyla stoa M.S. 364 yılına kadar fonksiyonunu sürdürmüştür. Yola ait bazı kalıntıları, günümüzde, hemen hemen eski yolu izleyen yeni asfalt yolun (Yedi Uyurlar Yolu) her iki yanında görmek mümkündür. Payandalara ait bazı bölümler asfalt yol ile aynı kodu izlemektedir. Büyük kireçtaşı plakalarla kaplı olan yolda arabalarda rahatça gidip gelmekteydi. Stoanın üzeri, yağmurlu havalarda daha rahat edilsin diye bir çatı ile kapatılmıştı. Geç dönemdeki onarımlar sırasında yolun tabanı kiremit kırıkları ile stabilize edilmiştir.
Damianus Stoa çevresinde,1991–1992 yıllarında Avusturya Kazı Ekibi tarafından,1993 yılında da Efes Müzesi (Arkeolog Adil Evren) tarafından yapılan kazılarda çok sayıda lahit, mezar ve bu mezarlara ait adak eşyaları ortaya çıkarılmıştır.
Koressos Kapısı’ndan Magnesia Kapısı’na giden Kutsal Yol’un batı yönünde, Panayır Dağı’nın doğu yönünde yer almaktadır. Efes’in dışında Kapadokya ve Tarsus’ta da bu yönde mitler bulunmaktadır. Hıristiyan geleneğinde bu yönde inanış olduğu gibi, daha sonra İslam inanışında da (Kuran’ı Kerim 18. süresi) bu yönde kayıtlar yer almaktadır. Hıristiyanlığın yayılması ile birlikte, inananlar İmparator Kültü’ne kurban kesmemeye başladılar. Bu nedenle, kült için kurban kesmeyenler devlet tarafından imparator ve devlet düşmanı sayıldılar. Hıristiyan dinine inananlar bu süreçte her türlü zulüm ve işkenceye maruz kaldılar. Yedi Uyuyanlar hikâyesinin de bu işkencelerle çok yakın bağlantısı olduğu bilinmektedir.
İmparator Decius (M.S. 249–251) zamanında yaşayan ve yeni dine inan yedi genç, İmparator Tapınağındaki kurban sunma işlemine katılmadıkları için imparatorun zulmünden korkup kentten kaçıp, yedi uyurlar mağarası olarak bilinen yere sığınır ve uykuya dalarlar. Acıktıklarını hissedince içlerinden birini, ekmek almak için kente gönderirler. Çevredeki değişikliğe aldırmadan fırına giden genç elindeki gümüş parayı uzatarak ekmek almak ister. Gencin elindeki paranın üzerinde İmparator Decius’un portresini gören fırıncı durumu kentin ilgililerine bildirir. Durumu haber alan İmparator II Theodosius (M.S. 408–450) bunu ölümden sonra insan ruhunun yeniden dünyaya geleceğinin göstergesi olarak kabul edilir. Bu nedenle, Yedi genç kutsal kabul edilir ve öldüklerinde köpekleri ile birlikte bu mağaraya gömülürler. Takip eden yıllarda bu mağaranın olduğu yere bir kilise ve daha sonraki yıllarda yüzlerce (700 adet) mezar yapılmıştır.
Bir inanışa göre 200 yıl, bir başka inanışa göre ise 309 yıl uyudukları anlatılmaktadır.
Selçuk-Ayasuluk Kalesi’nin güney bölümünde yer almaktadır. Döneminin en görkemli yapılarından biridir. Hıristiyanlığın güç kazandığı 4. yüzyılda bu tepeye küçük bir bazilika yapılır. Ancak Bizans İmparatoru Justinianus I (527–565) zamanında aynı yere çok daha görkemli bir bazilika yapılır. Tarihçi Eusebios, havarilerin M.S. 37–42 yılları arasında Kudüs’ten kovulduklarını ve St. Jean’ın Anadolu’ya gelerek burada dini faaliyetlerde bulunduğunu belirtmektedir. Bu nedenle, Hz. İsa’nın kendisine emanet ettiği annesi Meryem Ana ile Efes’e geldiğine inanılmaktadır. Efes Kilisesi’ne bağlı kiliselerin başında olan St. Paulus, Roma da kent surlarının dışında öldürülünce, M.S. 67 yılında Efes Kiliseler Topluluğunun başına St. Jean geçmiştir. İncilci Yahya veya Havari Yuhanna olarak ta anılan St. Jean,Hz.İsa’nın en çok sevdiği ve en genç olan havarilerinden biridir. St. Jean aynı zamanda “Yıldırım’ın oğlu” olarak ta anılmaktadır. Efes’in ihtiyarı olarak tanınan St. Jean M.S.100 yılında burada ölmüştür. Vasiyeti üzerine Ayasuluk Tepesi’ne gömülmüş ve buraya bir mezar anıtı yapılmıştır. Önce mezar anıtı olarak yapılan yapı, Hıristiyanlığın güçlendiği 4 veya 5. yüzyılda buraya yapılan ahşap çatılı bazilikanın ortasında kalmaktadır. Şu an Ayasuluk Tepesini gezerken görmüş olduğumuz kalıntılar, İmparator Justinianus Döneminde yapılan bazilikaya ait kalıntılardır. St. Jean’ın mezarı ve bazilikası bu dönemde Hıristiyan dünyasının en önemli hac yerlerinden biri haline gelmiştir. M.S. 7 ve 8 yüzyıldaki Arap akınları nedeni ile kilisenin çevresine sur duvarları yapılmıştır. Bu yıllarda Halife Süleyman’ın başkomutanı Mesleme (716–717) ve orduları kışı burada geçirirler. Kilise yıkılmadan önce, Aydınoğulları Beyliği Dönemi’nde (14. yüzyıl) bir süreliğine cami olarak kullanılmıştır. İbn-i Batuta 1330 yılında Ayasuluğ’u ziyaret ettiğinde kentte Mehmet Bey oğlu Hızır Bey buraya egemendir. İbn-‘i Batuta’ya göre St. Jean Kilisesi Cuma Mescidi- Ulu cami ve bazı bölümleri de depo olarak kullanılmaktaydı. Çok önemli bir ibadet ve hac merkezi olan St. Jean Kilisesi tarih boyunca çok önemli kişilerin ziyaret ettiği bir merkez olmuştur. Bu nedenle Papa VI Paul 26 Temmuz 1967 yılında Efes ve St. Jean Kilisesi’ni ziyaret ederek, St. Jean’ın mezarı başında dua etmiştir. Kilise bu yüzyılda meydana gelen bir deprem sonucu tamamıyla yıkılır.
St. Jean Bazilikasında ilk kez Yunanlı Arkeolog D. Sotiriu tarafından 1921 ve 1922 yıllarında kazı yapılır. Daha sonraları Avusturya kazı ekibi tarafından burada kazı ve restorasyon çalışmaları yapılır. 1960-1963yılları arasında da Efes Müzesi tarafından kazı çalışmaları yapılır. Çalışmalar sırasında ve Takip Kapısı önünde,1990 yılına kadar Efes’in en eski buluntuları olduğuna inanılan Miken Çağı (M.Ö. 1400–1200) seramikleri bulunmuştur. Bu seramikler şu an Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
1973 yılından bu yana da, Efes Müzesi’nce kazı onarım ve çevre düzenleme çalışmaları sürdürülmektedir. Çalışmalar sırasında kiliseye ait bazı bölümler ayağı kaldırılmış oldukça önemli çevre düzenlemesi yapılarak ziyaretçilerin daha rahat gezme ve görme olanağı sağlanmıştır.
Ayrıca 1992 yılından itibaren bazilikayı koruyan sur duvarlarının batıya bakan iç bölümünde, Dr.M. Büyükkolancı başkanlığında kazı ve onarım çalışmaları yapılmaktadır. Çalışmalar sırasında ele geçirilen seramik parçaları ve mimarı buluntular Ayasuluk Tepesi’nin çok eski tarihlerden bu yana yerleşim alanı olarak kullanıldığını kanıtlamıştır. Bu belgeler ışığında Efes’in en erken tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar çıkmış oldu. Ancak 1996 yılında Çukuriçi Höyüğü’nün bulunması sonucu bu tarih Neolitik Dönem’e (M.Ö. 5500) kadar çıkmış oldu.
St. Jean Bazilikası ziyaret edilirken şu sırayı izlemekte yarar vardır.
Bu mağara Bülbül Dağı’nın kuzey eteklerinde 80 m yükseklikte yer almaktadır. 2 x 15 metre ölçülerinde olan mağaranın girişi kuzey yöndedir. Bir insan boyundan daha yüksek olan mağaranın içi kaba bir şekilde ana kayaya yontulmuştur. Giriş koridorunun bitiminde biraz daha geniş ve tabanı biraz daha yüksek bir oda yer almaktadır. Koridor daha düzenli olarak yontulmuştur. Koridorun güneyinde iki kemerli sağır bir niş bulunmaktadır. Bu niş tabandan 50 cm yüksekte olup içi tümüyle isle kaplıdır. Koridorun sağında(batı) yönde bulunan niş ise zemine kadar inmektedir. Düzensiz oyulan koridor duvarı gibi, bu nişin içi üst üste sıva ile kaplanmıştır. Ana sıvada Aziz Paulos ve Azize Thekla ve annesi Theoklia öykülerini betimleyen freskolar bulunmaktadır. Altta yer alan orijinal sıvanın üzerine değişik dualar kazınmıştır. Bu duada ”Rabbim, kulun Timotheos’a yardım et ve Aziz Paulos’a yakarmalar” bulunmaktadır.
Seleukos krallarından Lysimachos adına yapılan bu mezar anıtı, Antiochos Teos (M.Ö. 264) adına tamamlanmıştır. Mezar anıtı, Efes’e 14 km doğuda ve Belevi Köyü sınırları içinde ve Tire yolunun güneyinde yer almaktadır. Bu tepenin kuzey yamacında bulunan ana kaya bloğu kesilerek dorik tarzında 10 metre yüksekliğinde, 29 metre uzunluğunda kare planlı ve üst katta korint tarzındaki 8 x 8 sütunlu peristatis bulunmaktaydı. Kuzey yönde sağır bir kapı, güney yönde ise kaya oyuğunun içine ve bazı yerleri yeniden düzenlenmiş bir mezar odası yer almaktadır. Çatı silmesinin üstünde at ve grifon heykelleri bulunmaktaydı. Bunlara ait kimi örnekler ve lahit günümüzde Efes Müzesi’nde sergilenmektedir. Mezar anıtının çevresinde de sütün başlıkları ve mimari parçalar görülebilir.
Anıtın kaidesindeki silmelerde, mızrak ucu şeklinde bezemeler yapılmıştır. Ancak bu bezeme belirli bir aşamaya kadar yapıldıktan sonra tamamlanamamıştır. Mezar odasının önünde su ile ilgili bir kanal yapılmıştır. Anıtın güney yönündeki bir tepede ise çoban Pixadoros’a ait olduğu belirlenen bir Tümülüs ve onur anıtı bulunmaktadır.
Mezar anıtının batı yönünde, Belevi Gölü ve Mermer ocağına bakan yönünde alan düzleştirilerek kült törenleri için düz bir alan oluşturulmuştur. Belevi Mezar Anıtı, göstermiş olduğu güzel işçiliği ve formu ile Bodrum –Halıkarnassos Mozolesi’ne benzemektedir. Başlangıçta piramidal bir çatı ile kaplı olduğu sanılmakta ise de son yıllarda bu düşünce açık bir avlu olabileceği şeklinde değişmiştir.
Kale, Selçuk’a 9 kilometre kuzeyde Metropolis-Torbalı yolunun güneyinde Belevi Gölü’nün karşısında Alamandağı (Gallesion) 300 metre yükseklikte yer almaktadır. Kale bu yapısı ile Sart ve Metropolis yollarını kontrol edecek bir konumda yapılandırılmıştır. Kalenin yapımında yöresel malzeme (kireçtaşı) kullanılmıştır. Bazı yerlerde duvarlar 1,5 metre genişlikte yapılmıştır. Bu nedenle bu bölümler seyir terası olarak kullanılmıştır. Batıda yer alan kapının her iki yanında kare ve yuvarlak planlı kuleler vardır. İç kalenin kuzey yöndeki duvarına bitişik olarak 6 adet depo yapılmıştır. Bu depolar 5,8 derinlik ve 3 metre genişliktedir.
Keçi Kalesi 23x56,6 metre ölçülerinde iç kale ve bunu çevreleyen bir dış kaleden oluşmaktadır. Kaleye, doğu yönde bazı yerlerde taş kaplama olan bir yolla çıkılmaktadır. Kaleye çıkan bu yolun yarı belinde Helenistik Döneme tarihlenen kalıntılar görülmektedir. Bu yönde kale duvarları sarp bir alana oturduğu için dönemin geleneği olan hendek yapılmamıştır. Batı yönde ise, saldırılara daha açık olan kapının iki yanına kuleler yapılmıştır. Kale büyük bir olasılıkla Laskarisler Döneminde (13. yüzyıl) yapılmıştır. Kalenin batı yönünde ve bayırda da bazı sarnıç yapıları bulunmaktadır.
Aydınoğulları İsa Bey tarafından 1375 yılında, St. Jean Kilisesi ve Artemis Tapınağı arasına konumlandırılmıştır. Cami kareye yakın dikdörtgen (56,53 x 48,68) plana sahiptir. Çift nefli ibadet alanı 48 x 18 metre ölçülerindedir. Avlunun çevresi revaklarla çevrilidir. İbadet alanı doğu ve batı eksenli olup çatıyı dört adet granit sütun ve bunun üzerinde yer alan Roma ve Selçuklu Dönemine ait sütun başlıkları çift kubbeli çatıyı taşımaktadır. Ana ibadet mekânına iki küçük sütuna oturan üç sivri kemerin oturduğu kapı ile girilmektedir. Kubbeler mihrabın hemen önünde yer almaktadır. Minber, ceviz plakalarla kaplıydı. Mihrabı çevreleyen bezekli bordürün çok azı yerinde görülmektedir. Mihraba ait kimi parçalar, İzmir Kestane Pazarı Cami mihrabının yapımında kullanılmıştır. Doğu ve batı yönde yer alan giriş kapılarının üzerinde minareler yükselmektedir. Minarelerde kaide ve gövdelerinde sırlı tuğlalar kullanılmıştır.
Camiinin batı yönünde yer alan taç kapı ve pencere üstü süslemeleri oldukça zengindir. Bu yöndeki basamakların altında yer alan çeşme de Roma Dönemi’ne ait bir lahit kullanılmıştır. Caminin yapımında da genellikle Efes’ten getirilen mimari malzemeler kullanılmıştır.
İsa Bey Camii 1653 ve 1668 yıllarında meydana gelen depremler sırasında Sultan Kapısı üzerinde yer alan minare tamamıyla, batıdaki ise şerefe bölümüne kadar olan bölümü yıkılmıştır. Camii XIX yüzyıla gelindiğinde oldukça bakımsız ve harap durumdaydı. Hatta bu yılların sonuna gelindiğinde bir süreliğine kervansaray olarak kullanılmıştı.
Ayasuluk Tepesi ve İsa Bey Camii’nin güney batısında yer almaktadır. Beylikler Döneminin en büyük hamamlarından biridir. İsa Bey Hamamı 1364 yılında Hoca Ali b. Salih tarafından yapılmıştır. Hamam çok gelişmiş bir plan ve çok süslü kubbelere sahiptir. Hamamın en belirgin özelliği kubbelerde bulunan deliklerden ışığı almasıdır. 1999 yılında yapılan kazıda, hamamın doğusundaki dükkânlardan birinde İsa Bey Dönemi’ne ait Akçe definesi bulunmuştur.
431 yılında Efes’te yapılan Konsil Toplantısı sonrası, İstanbul’a gönderilen bir mektupta, Meryemana’nın Efes’te St. Jean ile birlikte olduğu yazılmaktadır. Bilindiği gibi St. Jean 37-48 yılları arasında Efes’te dini propagandalar yapmaktadır. Hz. İsa, Kudüs-Golgotha Tepesi’nde çarmıha gerildiği sırada annesini en sevdiği havarisi olan St. Jean’a emanet eder ve oda Hz. Meryem’i beraberinde Efes’e getirdiğine burada yaşadıklarına ve 44 yılında burada ölüğüne inanılmaktadır.
Bu geleneği kabul edenlerin başında Papa14. Benoit (1740-1758) gelmektedir. Örneğin Büyük Konstantin’in annesi Helena (326-328) Kudüs’e gittiğinde Hz. İsa adına birçok kilise yaptırmasına karşın Hz. Meryemana ve onun mezarı ile hiç ilgilenmemiştir. Ayrıca geç dönemde yazılan birçok kaynakta da Meryemana’nın Efes’te yaşadığına dair kayıtlara rastlanmaktadır. Bütün bu anlatımlara karşın onun mezarı ve yeri konusunda herhangi bir bilgi verilmemektedir.
Bütün bu yazılanlar ve Catherine Emmerich’in (1774–1823) anlatmış olduğu ifadelere dayanarak bu günkü Meryemana Evi’nin olduğu yer,1891 yılında Bülbül Dağı’nın (420 metre) kodunda yer alan ev (şapel) saptanmıştır. Bulunan bu ev C. Emmerich’in (12 yıl yatağından kalkamayacak kadar hasta olan) anlatımlarına tamamıyla uymaktaydı. Şapelin duvarları 6 ve 7 yüzyıl özellikleri göstermektedir. Ancak çevrede yapılan araştırmalarda M.S. 1.yüzyıla tarihlenen mozaik ve yapı kalıntılarına da rastlanmıştır. Bu buluntulara karşın Hz. Meryemana’nın mezarına rastlanmamıştır.
Hıristiyanlık dünyası İzmir Katolik Kilisesi’nin 1896 yılında verdiği izin sonucu burası Katolikler tarafından kutsal bir yer olarak kabul edilmiş ve sürekli ziyaret edilen önemli bir merkez haline gelmiştir. 1950 yılından sonra evin onarımı ve çevre düzenlemesi yapılarak bu günkü konumuna kavuşmuştur. Bu nedenle Papa VI. Paul 1967 yılında ve Papa II. Jean Paul 1979 yılında Meryemana Evi’ni ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaretlerin ardından her yılın ekim ayının ilk pazar günü burada dini ayinler düzenlenmektedir. İslam inanışında da kutsal kabul edilen Meryemana ve onun yaşadığı bu kutsal mekân her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilmekte ve adaklar adanmaktadır.